1 Aralık 2008 Pazartesi
Kurabiye 2008 raporu
:)
Yolgezer Kardeşliği olarak 2008 Kurabiye Yarışı'nda resmen madara olduk. Ama yine çok eğlendik, çok güldük, çok muhabbet ettik... Yine herşey çok güzeldi yani. Ayrıntılar aşağıda.
Herşeyden önce, macera yarışlarına kurabiye yarışıyla merhaba diyen kardeş takımımız A.S.I.C.S'e (adları ileride değişecek sanırım, Berke'yle Tuna'dan oluşan ekip) selamımızı çakalım. Hoşgeldiniz, elinizi verdiniz, kolunuzu kaptırdınız. Önünüzde uzun yollar var, ama sizin gibi bir takımın kısa zamanda iyi işler çıkaracağından adımız gibi eminiz. (Ah bi de yönünüzü bulabilseniz... :)) Tekrar hoşgeldiniz.
Yarışın başında bir yolgezer klasiği yaşandı ve biz tabii ki start zamanına kadar hazırlanamadık. Ama bu sefer yalnız değildik. Takımların sanırım yarısına yakını start'ı kaçırdı. Bunda teknik toplantının gecikmiş olarak yapılmasının, dolayısıyla haritaların dağıtılmasının gecikmesinin, harita dağıtımına kısalardan başlanmasının ve bunlara karşın start zamanının ötelenmemesinin etkisi olduğunu düşünüyorum. Ha bize bırakılan zamanda yetiştirilemez miydi? Yetiştiren takımlar olduğuna göre yetişirmiş... ama biz haritayı elimize aldığımızda geri kalan herşeyimiz hazırdı. Sadece koordinatları girmemiz kalmıştı ve yetişmedi. Buna bağlı olarak rota belirlemeyi de aceleyle yaptık (ve aşağıda okuyacağınız üzere "bizi bu acele rotalar mahvetti"). Bir gün bir macera yarışına zamanında başlayacağız ve o gün herşey değişmiş olacak!
Yarış günü beklediğimiz havadan çok daha yumuşak bir hava vardı. Sabah serinliği yerini, bisikletle vardığımız daha ilk noktada -en azından bizim için- sabah hararetine bırakmıştı. İlk noktayı bulur bulmaz soyunup dökünmeye başladık. İlk nokta olduğundan mıdır bilinmez, biraz dolandık. Nedenini biz de anlamadık. Zaten biraz da şans eseri bulduk. Hemen ikinci noktaya vınladık. Sorunsuz şekilde ikinci noktaya da vardıktan sonra yarış öncesi yaşadığımız paniğin ve genel olarak kaderin cilvesi sonuçlarını göstermeye başladı. Haritaya göre taşocağının dibindeki noktadan sonra mutlaka bir yerden yardırmamız gerekiyordu. Ben de (rotayı çizen insan olarak) yakında gözüken patikadan vadiye inmemizin daha mantıklı olduğunu düşünmüştüm. Zira hem yakındı, hem de diğer yoldan daha kısaydı. Kaldı ki stabilize olan ve parkuru çizerken farketmediğim, ancak küçük patikayı ararken "lan, acaba bundan mı gitsek?" diye kendi kendime sorduğum, ancak Dudu'yla paylaşmadığım diğer yolu tutarsak bir miktar da yükselmemiz gerekecekti. Gerek yoktu.
Noktayı alıp patikayı aramaya başladık. Bulduk da nitekim. Başlarında yoğun çalıyla biraz yavaşlasak da ilerleyebiliyorduk. Zaten sonra çalılar da yok oldu ve inanılmaz güzel bir mtb parkuruyla karşı karşıya kaldık. Çok güzel mekanlardan geçiyorduk, hatta Dudu bir yerde "tam kamplık abi" dedi; hem su vardı, hem yeşillik ve düzlük, hem de vadi içi, korunaklı bir yerdi. Patikanın ardından içeri girmemiz gereken yerden girdik ve ilk sürprizimizle karşılaştık. Haritada yol olarak gözüken giriş, tahta bir kapıyla kapatılmıştı. Haritada gözüken evler, anlaşılan, yolu kendi kullanımlarına tahsis etmişti. Köpek havlamalarına aldırmadan içeri girdik. Şirin mi şirin(!) Sivas-Kangal cinsi kuçuların(!) arasından sakince geçerken yukarıda varmamız gereken yolu gördük ve küçük bir vadiden yardırmaya karar verdik. Ve bu karar, hayatımızın en traji-komik sahnelerinin başlamasına vesile oldu. İlk başta yavaş da olsa ilerlememize izin veren çalılar giderek daha da sıklaştı. Bisikletleri omuzlarımıza aldık ve bir süre öyle ilerledik. Daha sonra bisikletleri başlarımızın üzerine almadan ilerleyemediğimiz yerlere geldik. Bazı noktalarda her tarafımızı çizen dallara takılıp kalıyorduk. Aynı, örümcek ağına takılmış sinekler gibiydik. Yine de ilerlemeye devam ettik. Ancak bir yere kadar. Artık çalılar bitip yerlerini 2 metre yüksekliğindeki bodur çam ağaçlarına bırakmıştı. Ve (her ne kadar Yeşiller üyesi olsam da...) bu lanet olası ağaçlar öyle güçlü ve bükülmez ve yol vermez ve sıklar ki önümüzde adeta bir ağaç duvarıyla kala kaldık. Ve işin kötüsü varmamız gereken yer sadece 10 metre ötesi! Açıklığı "hissediyoruz". Bu kadar yaklaşmışken geri dönmek istemiyoruz. Özellikle Dudu, bize yol açmak için ağaçlara "kafa-göz" daldı ancak doğa ana bize yol vermemeye kararlıydı. Çalıların ve ağaçların arasında geçen 1 saatin ardından hala çok sevimli olan ve bizi o şirin "hav hav"larıyla selamlayan dostlarımızın yanından tıpış tıpış tabir edilen adımlarla yeni bir yol bulmak üzere geri döndük. Bulduğumuz yeni yol da bize kolay kolay geçit vermedi ama bu sefer kararlıydık ve 1 saat 15 dk'nın ardından başardık. Sinirlerimiz biraz gerilmişti, geriye düştüğümüzün farkındaydık ve yorulmuştuk. Henüz yarışın başında bu kadar enerji kaybı, aslında bizim için yarışın sonunu da belirliyordu...
Sanırım zoru başarmış olmanın verdiği moralle, kaybettiğimiz zaman ve enerjinin üzüntüsünü hemen üstümüzden atıp ilerlemeye başladık. Ve sanki hiçbir şey olmamış gibiydi. Ne kadar AMY* olduğumuzla ilgili kendimizle dalga geçiyorduk ve biraz önceki halimize gülüyorduk. Ama tabii, enerjimizi gereksiz yere harcadığımız için bisiklette (zaten yavaşız benim yüzümden) hızımız iyice düştü. Ancak bütün noktaları almaya da kararlıydık. Nitekim en uzaktakiler dahil bütün noktalara gittik (Sadece 11. noktayı, yanından geçmemize rağmen farketmediğimiz için ıskaladık!).
14. noktaya giderken başka bir komedi bizi bekliyordu. Ağaçlı köyü'nün kenarından geçip Doğu'ya çıkan yolu bulmamız gerekiyordu. Yolu aslında uzaktan gördüm. Ancak yanına geldiğimizde farketti ki yolun girişinde yine bir özel mülkiyet ve bir kapı. Bu seferki demirden hem de: Kutorman. Haritada bu tesis veya yolun kapalı olduğu belirtilmemiş. "Neyse, arkasından dolaşalım" dediysek de mümkün olmadı. Biz de geri dönüp "kapıya dayandık". Güvenlikçi abiye 15 dk kadar dil dökdük. İçeri gireceğiz, en fazla 30 saniye içerisinde hemen gözümüzün önünde, 50 metre ilerideki kapıdan da çıkacağız. Bu kadar basit. Tesiste zaten bir şey yok, olsa da bizim onları kırıp dökecek ne halimiz ne zamanımız var. Zamana karşı yarışıyoruz burada! Neyse, en sonunda tatlı dilimiz ve özellikle Dudu'nun sosyal kabiliyeti sayesinde bekçi abi bizi içeri aldı. Ve kendisinin gözetiminde karşı kapıya koşturduk. (Tesiste de hiçbir şey yok; bir kaç fidan, bir de ahır gibi bir yer... O kadar sıkı güvenliğin ne anlamı var, acaba günümüzün "güvenlik fetişi"nin bir yansıması mı bu karşılaştığımız gibi şeyler hep kafamızdan geçti tabi...)
Ve bundan sonrası... 14. noktaya giderken yanından geçtiğimiz yerler... Anlatamam ne kadar güzel olduklarını. Anlatmak da istemem. Mülkiyete teorik olarak karşı olmama rağmen, buraların sadece benim bildiğim, benim gittiğim, benim hatırladığım yerler olmasını isterim. Böyle güzel yerlerin, bir de İstanbul'un yanı başında olduğunu bilmek hem farklı, hem heyacan veren bir şey. Evet, doğru tabir bu sanırım... Göllerin yanından geçerken resmen heyacan duydum. Gözümü alamadım. Öyle ki bir yerde Dudu'yu da durdurdum ve manzarayı seyrettik. Kenarında ineklerin otladığı bir gölcüğü "yaşamak istediğim yer" ilan ettim. İlk fırsatta tekrar gidebilmek için haritada yerini iyice belirledim.
Bisiklet etabının bizim için son noktasını da aldığımızda saat 15.30 civarıydı sanıyorum. Baraj gölüne varmamız ve koşu etabına başlayabilmemiz için yarım saatimiz vardı. Ancak biz bu sırada acele etmek yerine muhabbet ediyorduk. Dudu, geçen gece seyrettiği filmi en ince ayrıntısına kadar anlatmaya koyulmuştu. Ben de, beynime giden oksijen izin verdiği ölçüde dinledim kendisini. Oldukça yorulmuştum, dizimde Avrasya Maratonu'nun hemen ardından başgösteren "zedelenme" nedeniyle uzun zamandır bisiklete binmediğim için bacaklarım çok güçsüzleşmişti. Zaten çok iyi olmadığım bisiklette, bana bitmek bilmiyormuş gibi gelen etabı tamamlamaktan başka bir isteğim yoktu. Bu sırada Dudu apartmanda karantinaya alınan insanların çatı katına sığındıklarından, oradaki canavar çocuğun kameranın ışığını kırmasından, gece görüşünden falan bahsediyordu (bak aklımda kalmış ama:)).
Kanolara vardığımızda saat 16.03'ü gösteriyordu. Kaçırmıştık. Kanoda efsane yaratmamıza ve Dudu'nun tabiriyle "ışık hızında falan" gitmemize rağmen koşuya çıkamadık. Çıksaydık da zamanında 4 nokta toplamamız mümkün gözükmüyordu. Zaten bir nokta kapanmıştı bile. Biz de dedik ki, bari sıcak şarabı kaçırmayalım. :)
Sakin şekilde ve yine muhabbetle geri dönüş yoluna girdik. Geyik Çiftliği mevkiinde kendimizi inişe bıraktık ve üzüntüden değil de hız yüzünden gözümüzde yaşlarla finişe vardık. İkimizin de yüzü yine gülüyordu çünkü muhteşem yerler keşfetmiştik, bize çok güzel ders olan hatalar yapmıştık, deneyim kazanmıştık, benim dizin düzeldiğini öğrenmiştik. Ve yine çok güzel bir gün geçirmiştik...
Zaten macera yarışı bunlar değil de nedir ki başka? ;)
Üstelik yarış sonrası sıcak şarap partisi de dillere destandı. Ve daha ne istenirdi...
Emeği geçen herkese yeniden teşekkürler.
Yolgezer Kardeşliği orada olacak, önümüzdeki yarışlarda görüşmek üzere. :)
Serkan
*Bizi iyi takip edenler bilir ;)
26 Kasım 2008 Çarşamba
Ekipman Felsefemiz
Bu yazının konusu, Yolgezer Kardeşliği'nin Macera Yarışları'ndaki (ve aslında diğer doğa sporları için de geçerli olan) ekipman felsefesidir. "Felsefe" kelimesini kullanmamın nedeni, bu konuya sadece teknik bir ayrıntı olarak değil, gerçekten de bir bütünlük ve tutarlılık içinde bakıyor olmamız. Ya da öyle yaptığımızı sanıyor olmamız. Bilmiyorum.
Öncelikle şunu söylemek lazım belki de, mevcut ekipman durumumuz, maddi durumumuzun elverdiği oranda, yani oldukça kısıtlı. Madde madde, neye sahip olduğumuzdan ve ileride nelere de sahip olmayı umduğumuzdan bahsetmeden önce, bu konudaki genel düşüncemizden bahsedeyim. Temel olarak, yarışta kullanılan ekipmanı önplana çıkaran bir bakış açısına kesinlikle sahip değiliz. Ekipman bize göre, sahip olunan motivasyon, kondisyon ve deneyim gibi faktörleri %100'e yakın bir verimlilikle kullanmayı sağlayan bir etken sadece. Diğer bir deyişle "Ne alsak başka?" demiyoruz, "Şuyumuz eksik, ve bu eksiği kapatmanın alternatif bir yolunu da bulamıyoruz, o halde ne yapsak/alsak da bu eksiği kapatsak?" diyoruz. Bu, Serkan ve benim ortak paydamız. Ben bir adım daha ileriye giderek, yarışmacıların "kişisel kapasitelerinden" daha üstün ekipmana sahip olmalarının kendileri için bir handikap olduğunu da iddia ediyorum. Bu mantığa göre, örneğin bisikletinizin sizin bisiklet kondisyon ve teknik düzeyinizden daha kaliteli olmaması gerektiğini düşünüyorum. Kulağa garip geliyor olabilir, ancak "kişisel seviyenizden daha profesyonel ekipmanın", kişinin zor şartlara dayanıklılık ve kondisyonu yükseltme gibi olanakları yok ettiği kanısındayım. Toparlamak gerekirse, "kolaya kaçmamak lazım!" gibisinden bir bakış açım var, denebilir. Buna ek olarak, yine toparlamak amaçlı, "sadeciyiz abicim" diyedebilirim sırıtarak.
Bu düşünce, Yolgezer Kardeşliği'nin tüm üyelerinin ortak paydası olan başka bir düşünceyle de uyuşuyor. Biz, genelde doğa sporlarını, özelde de Macera Yarışlarını, doğada verilen bir savaş değil, doğanın kendisiyle bir uyum süreci olarak görüyoruz. Doğada ve yarışta savaştığınız (ya da yüzleştiğiniz diyelim) şey doğanın sertliği ve acımasızlığı değil, kendi sınırlarınız ve korkularınız, bize göre. Bu nedenle, yarışlara "tüm silahlarını kuşanmş bir savaşçı" olarak değil, "kendini keşfetmeye ve yıkıp baştan yaratmaya kararlı bireyler" olarak katılıyoruz. Bu noktada Nietzsche'yi anar gibi olduk sanki.
Buraya kadar bahsettiğim kavram ve yaklaşımlar okuyanlara muğlak ve soyut gelmiş olabilir. Aşağıda, farklı kalemlerde ekipman durumumuzdan bahsederken, sanıyorum ki kelamım biraz daha anlaşılır ve somut temellere dayanacak.
Başlayalım o halde.
Üst Giysi
--------------------
Yarış sırasında üzerinize ne(ler) giyeceğiniz, en önemli konulardan biri. Yarışın yapıldığı hava durumu, mevsim ve yarışın uzunluğu kararınızı belirleyen etkenler. Yolgezer Kardeşliği olarak biz, her durumda, üstümüze sentetik, t-shirt vari ve vücudu saran bir giysi mutlaka giyiyoruz. Yarış yazın da olsa, kışın da olsa, terleyeceksiniz; ve terlemenin en büyük kısmı vücudunuzun belinizle boynunuz arasında kalan kısmında gerçekleşecek. Sentetik bir kumaş, teri dış tarafa atmak gibi önemli bir işlev görüyor. Bunun yanısıra, hava yağmurlu ve/veya soğuksa da, vücudunuzu nispeten sıcak tutacak.
Bu katmanın üzerine, eğer yarışma boyunca hava sıcaklığı 20 derecenin altına düşecekse, başka bir sentetik daha giyiyoruz. Ben genelde, alta uzun kollu, üste ise kısa kollu birer sentetik tercih ediyorum, öyle hoşuma gidiyor diyelim.
Eğer yarış sırasında sıcaklık "bir iki saatten daha uzun süre boyunca" 0 dereceye yaklaşacaksa, ve gerçekten kuvvetli bir yağış söz konusuysa, bu iki katmanın altına, üçüncü ve yine sentetik, yine vücudu saran bir giysi daha giyiyorum. Böylelikle üzerimde 3 kat sentetik ve vücudu saran bir giysi katmanı oluşuyor.
Rüzgar ve/veya yağmur geçirmeyen polar veya ceketim yok; almayı da düşünmüyorum. Serkan'da bir gore-tex var sanırım, ama o da pek kullanmıyor. Benim durumum biraz farklı olabilir yine de, çünkü 4-5 yıl önce "aldığım bir kararla" pek üşümüyorum. Kulağa (pardon, göze) oldukça garip gelebilir tırnak içindeki kelimeler, ama durum bu gerçekten de. Kışın genelde sıradan bir t-shirt ve hava 0 dereceye gerçekten yakınsa da ince bir sweat-shirt veya polarla görebilirsiniz beni sokakta. Yine de, 3 kat sentetiğin, vücudu da sarması durumunda, çoğu koşulda yeterli olacağını düşünenlerdenim. Yağışlı havalarda bir yağmurluğa sahip olmak ıslanmanızı kısmen engelleyebilir, doğrudur; ancak bizim gibi "sırılsıklam olmayı göze de alabilirsiniz", yarış boyunca. 3 kat sentetik, suyu hapsetmediği için, hava çok soğuk olmadığı sürece yeterli olabiliyor. Burada başka bir etken de sözetmek gerekir tabi ki; uzun yarışlarda 10 saatten fazla süre boyunca ıslak ve soğuk havayı vücut kaldırmayabilir; bu durumda yağmurluk elbet işe yarayacaktır. Ancak ne yalan söyleyeyim, yanlış hatırlamıyorsam henüz bir macera yarışında yağmurluk kullanmadım. (Belki ilk Kurabiye yarışı istisna olabilir. Ama sanırım onda da kullanmamıştım =))
Son olarak, bahsettiğim sentetiklerin, bilmemne-x değil, doğa sporu malzemeleri satan dükkanlarda bulabileceğiniz en basit ve tanesi genelde 10 lira civarında olan giysiler olduğunu da belirteyim.
Alt giysi
--------------------
Altınıza ne giyeceğiniz konusunda ise, yine hava durumu ve yarışın yapılacağı yerdeki bitki örtüsü en önemli etkenlerdir. Yazın şort giymek iyi bir fikir, ancak arazi dikenlerle kaplı değilse! Yine de, eğer acı eşiğiniz ve/veya motivasyonunuz yüksekse, şort giymek tercih edilebilir.
Yazın yapılmayan yarışlarda ise, genelde bacakları saran ve bu yüzden vücut ısısını koruyan taytlar tercih edilir. Benim taytım yok, hem estetik olarak, hem de 70-100 lira arası tutan maliyeti nedeniyle tercih etmiyorum. Son bir iki yarışta oryantiring formamın altını kullanıyorum hafif ve su tutmaz olduğu için. Ondan önce ise, günlük hayatta da giydiğim outdoor pantolonlarını kullanıyordum. Gore-tex özelliği yoktu bu pantolonlarda(gore-tex pahalı bea! =)), ancak kumaş nispeten su kaydırır ve hızlı kurur olduğu için sorun çıkarmıyordu. Ancak böyle bir pantolonla katıldığım ilk Kurabiye Yarışı'nda (hani hava durumunun olağanüstülüğüyle ünlü olan), daha yarışın 5. dakikasında pantolonumun havuza atlayıp çıkmışım gibi sırılsıklam olduğunu da eklemek lazım. Dahası, pantalon ağırdır ve hareket kabiliyetinizi (bacaklarınızın hareketliliğini) de engeller; bu yüzden pek tercih edilmese yeridir.
Bunun dışında, son olarak, boxer'ınızın pamuklu olmaması fena olmaz. Benimkiler hep pamukluydu, yani dünyanın sonu değil, ancak yine sentetik kumaştan ve bu nedenle su tutmayan bir boxer(iç çamaşırı diyelim ya da, her iki cinsiyete de hitap etmek adına) daha iyidir.
Ayakkabı ve çorap
--------------------
Macera Yarışı boyunca yaptığınız işlerin %90'unda, gücünüzün büyük kısmını bacaklarınıza veriyor olursunuz. Bacaklarınızın da yerle temas ettiği yer, ayaklarınızdır. Bu nedenle ayakkabı ve çorap gerçekten önemli. Ancak fikrimce, 300 liralık ayakkabı ile 40 liralık çorap alacak kadar değil! Bu aslında, en temelinde, bir bütçe meselesi. Bizim, herhangi bir ayakkabıya 100 liradan fazla verecek ne bütçemiz oldu şimdiye kadar, ne de böyle bir gereksinimimiz. Temelde, herhangi bir doğa sporu ayakkabısı işinizi görür. Ayakkabı ve/veya çoraplarınızın Gore-tex olması fikrimce pek önemli değil, çünkü ayakkabı ve çoraplarınızı "çıkarmadığınız sürece" bir süre sonra alışırsınız durum, ayaklarınız su içinde olsa da. Kaldı ki, hava şartları çok olumsuz değilse, ayakkabı ve çoraplarınız rüzgardan dolayı 2-3 saat içinde oldukça kuruyacaktır da. "Param var, ayakkabıyı da çorabı da gore-tex alabilirim" diyebilirsiniz tabi, bu bir bütçe meselesi; ancak burada bence etik-felsefi bir faktör daha devreye giriyor. Macera Yarışı "sınırlarımızla yüzleşme, irademizi deneme ve kendimizle barışma" anlamına geliyorsa (ki bizim için bu anlama geliyor), neden kendimizi teknolojinin son harikası ürünlerin steril ve konforlu güvenlik duvarlarına hapsedelim ki? Eğer hiç ıslanmayacaksak, hiç üşümeyeceksek, hiç acı çekmeyeceksek, ve tam da bunlar sayesinde, kendimizi ve hayatı daha fazla sevmeyeceksek, doğaya kendini ondan tamamen soyutlamış ve korumuş bir fatih kılığında gideceksek; neden çıkıyoruz bu "yola"?
Çanta
--------------------
Çantayı taşırsınız, sırtınızda. Gayet basit ve bu yüzden de anlamsız gibi görünen bu cümlenin ne kadar önemli olduğunu, sırtınıza ilk defa taktığınız ve yaklaşık 10 kilo ağırlığında, ağırlığı vücudunuza eşit dağıtmayan bir çantayla, bisiklet üzerinde 30 kilometrede 2000 metreden fazla irtifa kazanmaya çalışırken anlarsınız. Acı eşiği son derece yüksek, vücudunun üst kısmında yüksek ağırlıkları taşımaya alışkın, ve dahası "tıknaz" anatomide bir insan olarak, özellikle Kürtün Yarışı'nda çok iyi anladım bu durumu. Çantanız, iyi olmak için pahalı olmak zorunda değil. Ancak dizaynı ve yükü sırtınıza-belinize dağıtma şekli iyi olmalı, bu yüzden yarışa mutlaka "tanıdığınız", alışık olduğunuz bir çantayla katılın. Benim yarışlarda kullandığım çanta, yaklaşık 20 lira değerinde basit bir sırt çantası, ama fazlasıyla iş görüyor. Serkan'da da benzer bir durum söz konusu.
Bisiklet
--------------------
Bendeki bisiklet Salcano NG 400, yaklaşık 14 kilo ağırlığında, 6000 kilometre civarı yol yaptığım, bugün almaya kalksanız birinci el fiyatı 450 lira civarında olacak bir bisiklet. Bir MTB'ci için olağanüstü ağır, yürüyen aksamı son derece düşük modelli bir bisiklet. Dahası, kilitli pedalım da yok. Bütün bunlar birer dezavantaj gibi görünebilir, ki öyleler de gerçekten. Ancak ağır ve kilitli pedalı olmayan bir bisikletle İstanbul'da ulaşımı sağlıyor olmak, hafif ve kilitli pedala sahip bir bisikletle aynı kilometreyi yapmaktan çok daha fazla bir kondisyon sağlıyor insana. Mevcut MTB (dağ bisikleti) tekniğim ve kondisyonum "daha iyi" bir bisiklete ihtiyaç duyduğu için, param olduğunda-olursa orta sınıf bir MTB almak ve kilitli pedal da taktırmak istiyorum, ancak dediğim gibi; bisikletinizin kötü olmasının iyi yanları da var!
Serkan ise yeni aldığı Merida'nın yaklaşık 1200 ytl'lik modelini kullanıyor. Ön-arka Juidy Avid 3 disk frenli, yürüyen aksamı Shimano Deore ve XT olan, giriş-orta sınıf bir dağ bisikleti bu. Onda da kilitli pedal yok, ve almayı da düşünmüyor.
Diğer Malzemeler (Derler ya, Miscallenous)
--------------------
BUFF'un sattığı (ve benim yarışlardan şimdiye kadar 3 tane kazandığım, ve aslında bu sayede kullanabildiğim) çok amaçlı bandanalar oldukça işe yarıyor. Ben, boru şeklindeki bu bandanaları hem yarışta hem şehirde soğuk havalarda bisiklete binerken, boğazıma(ağzımı ve kulaklarımı da kapatacak şekilde) takıyorum. Oldukça yararlı olduğunu söylemeliyim; hem yüzününüz bir kısmını, hem de boğazınızı rüzgardan koruyor, sıcak tutuyor.
Uzun yarışlarda zorunlu malzeme olarak çadır ve uyku tulumu istendiğinde, elimizde olan en hafif malzemeyi alıyoruz yanımıza, çünkü biliyoruz ki, çadırı kesin, uyku tulumunu ise büyük bir ihtimalle kullanmayacağız. Bu durumda yaptığımız, tanıdıklardan bir "Carrefour" çadırı bulmak oluyor, hani şu tanesi 20-30 lira olanlardan. Uyku tulumunda da kağıt inceliğinde ve çarşaftan hallice birşeyler buluyoruz oradan buladan.
Bunun yanısıra, dağcılık malzemesi isteyen yarışlarda(ki Kürtün dışında hiçbir yarış istemedi şimdiye kadar, ki doğrusu da bu), bende tırmanış yaptığım için varolan bazı malzemelerin üzerine, yine eşten-dosttan bulduğumuz malzemeleri ekleyerek işin içinden çıkıyoruz.
Velhasıl kelam efendim, son derece sefil bir takımız gördüğünüz üzere. Sponsor aramamız boşuna değil yani =) Ancak şurası kesin, sponsor da bulsak, binlerce liralık malzemeye erişme imkanımız da olsa, yukarıdaki satırlarda bahsetmeye çalıştığım sadelik, "saç saç paraları" durumundan uzak kalma gayreti, pratik çözümlerle eksiklerimizi kapatmaya çalışmak gibi değerlerden hiçbir zaman kopmayacağımıza eminim. Zaten, bizi bizim gözümüzde biz yapan da, katıldığımız yarışlar, aldığımız derece ve madalyalar, şanımız-şöhretimiz falan değil; hızla profesyonelleşen, hızla metalaşan, hızla sterilleşen bir dünyada, hala "aptal", hala "enayi", hala "duygusal"; kısacası hala "kendimiz" kalma aşkımız.
Sevgiyle kalın.
22 Kasım 2008 Cumartesi
Kurabiye'ye
Internette hangi sayfalara erişip, hangilerine erişemeyeceğimizi belirleyen, ve bunda da muhtemelen kendi zekalarını biz internet kullanıcılarınınkinden yüksek gördüğü için hiçbir beis görmeyen idari kurumlarımız sağolsun, blog'umuza uzun süredir erişemiyoruz. "Ha bugün kalkar, ha yarın biter bu yasak" diyerek bekledik, ancak görünen o ki tepemize yerleşmiş amcalar durumdan memnun, yaptıklarının iyi birşey olduğunu sanarak devam ediyorlar eylemlerine. Neyse, konumuz bu değil tabi. Yine de laf arasında belirtelim : Şiddetle kınıyoruz bu amcaları ve beyinlerine egemen olmuş köhne ve budala zihniyeti!
Yolgezer Kardeşliği Macera Akademisi'nin düzenlediği Kurabiye Yarışı'na hazırlanıyor. Hazırlanıyoruz dediysek çok bir şey yaptığımızı da sanmayın aslında : Ben bahçemde nargile-çay yapmaya devam ediyorum, arada birşeyler okuyor ve yazıyorum, günlük hayatın rutinlerini de sıkıştırıyorum bir köşeye. Muhtemelen Serkan da benzer konumdadır. 34 yıldır macera yarışı koşan bir takım olarak artık ne yapmamız gerektiğini biliyor, rahat hareket ediyoruz.E tecrübe süper bi'şey tabi. Falan filan.
Yok cidden, özel bir antreman programımız falan yok. Ben ulaşımımı bisikletle yapmaya devam ediyorum, arada tırmanıyor ve oryantiring yapıyorum. Nadiren 10km koşuyorum sahilde, 45 dakika civarında bir sürede. Serkan da benzer bir konumda. Olumsuz bir durum olarak, Serkan'ın dizinde bir sorun var, Avrasya Maratonu sonrası başlayan ve hala devam eden. "Yarışı çıkartabilir miyiz?", ya da "Nasıl çıkartırız?" diye soruyor arada bana. Ben de sırıtarak, "Yaparız abi merak etme, fani bu işler" diye cevaplıyorum. O da bana kızıyor, "Ulan ne biçim adamsın sen" diye. Değişen bir şey yok yani bizim cephede.
Şu ana kadar 41 takım var, kayıt yaptığı gözüken. Özellikle orta parkurda ciddi bir rekabet olacağa benziyor : 19 takım. Bizim de katılacağımız uzun parkurda ise şimdilik 10 civarı takım var sanırım, güçlü ve deneyimli rakiplerimiz de bu parkurda. Ne olursa olsun, yarışın kısa sürecek olması (yaklaşık 8 saat) bizim için bir dezavantaj : 1)Uzun yarışların zorluğu-havası-motivasyonu çok daha güçlü oluyor, 2)Biz hızlıdan çok dayanıklı bir takımız. Ama sonuçta, nasıl olursa olsun, Macera Yarışları'nın düzenleniyor oluşu çok önemli ve güzel birşey tabi. Falan filan.
Haftaiçinde uzun zamandır yazmayı düşündüğüm "Yolgezer Kardeşliği'nin ekipman felsefesi" başlığıyla bir yazı yazmayı da düşünüyorum. Bunun yanısıra, 30 kasımda gerçekleşecek yarışın ardından yarış raporu ve izlenimlerimizle yine karşınızda olacağız. "Karşınızda olacağız", sanki TV spikeriyim. Karşınızda olacağız.
Yarış raporları demişken! Macera Yarışları'nın web sayfasından, yani http://www.macerayarislari.com/docs/kutuphane/yaris_raporlari.php sitesinden önceki yarışlar hakkında yazılmış raporlara da göz atmanızı tavsiye ederiz. Raporların ikisinin benim elimden çıktığından söylemiyorum hani =)
Bizi izlemeye devam ediniz dostlar.
Not : Bu bloga www.vtunnel.com 'a (v harfi yerine k ya da w de koyabilirsiniz)girip, sayfadaki boşluğa yolgezerkardesligi.blogspot.com yazarak ulaşabilirsiniz. Gerçi benim ki de laf; bu cümleleri okuyorsanız siteye girmenin bir yolunu zaten bulmuşsunuz demektir.
13 Eylül 2008 Cumartesi
14 Eylül 2008 IOG Pazar Antrenmanı
Herkese selamlar,
14 Eylül IOG Antrenmanını Yolgezer Kardeşliği hazırlıyor. Tabii ki bu durumda bir farklılık olması gerekiyordu, nitekim bir değil bir çok farklılık var. Bu farklılıklar, bundan sonraki parkurlarımızda da olacak...
Farklılıklarımızdan biri...
Evet, blogumuzu sürekli takip eden oryantiringcilere hediyemiz olsun bu...
uzun parkurda bilmece-o ve hafıza-o birlikte! Dünyada yapıldığını duymadığımız bir sistem bu. Oturduk, düşündük, bunu bulduk. Biz hazırlarken çok eğlendik, umuyoruz uzun'cular da eğlenecek. Nasıl bir sistem pekiyi bu? Çıkış masasından ilk noktaya giden sporcu bir harita ve bir soruyla karşılaşacak. 2 seçenekli bu soruda cevap A derse, haritadaki A noktasına; B derse, B noktasına hafıza-o yapacak. Aslında bu kadar basit... ama tabii bunu bir de antrenmandan sonra uzun'culara sormak lazım :)
Hadi blog'umuzu takip edenler için bir ipucu daha... Uzun'un sondan 3. noktasında bir farklılık olacak. Hafızanızı biraz daha zorlamanız gerekecek ama zaten oraya kadr geldiyseniz sizin için sorun olmayacaktır...
Bunun yanında, bu haftaki parkurumuzda MTB-O da yer alacak. Özellikle parkurun atılmasında ve toplanmasında zorluk yarattığı için çok sayıda yapılamayan MTB-O'ya bu açlığın da sonucu olarak tahminimizin üzerinde katılım var. Bisikletler ormana ayrı bir güzellik katacak.
Şimdilik bu kadar... Pazar sabahı Geyik Çiftliği'nde görüşmek üzere...
Serkan
21 Ağustos 2008 Perşembe
Chamois'dan politik bir haber...
Selamlar yeniden,
Yeniay MY'ye, çok istememe rağmen tatilimin ortasına denk gelmesi ve benim o güzelim tatilden zaman ve para harcayarak dönmem manevî ve maddî olarak mümkün olmadığı için katılamayacak olmanın verdiği üzüntü içinde kendimi siyasete attım. Evet gerçekten artık siyasetin içinde bir insanım. Bundan da çok memnunum :)
Dün itibariyle Yeşiller Partisi Beyoğlu İlçe Örgütü Eş Koordinatörü sıfatını haizim. Yeşiller'de görev almayı düşünüyordum ancak bu görevi beklemiyorum. Sağolsun katılımcı arkadaşlar uygun gördüler, ben de hayır diyemedim. Neler olacak, neler yapabileceğiz, hep beraber göreceğiz.
Partimizle ilgili neredeyse bütün bilgilere www.yesiller.org adresinden ulaşabilirsiniz. Ama bizim tercihimiz Beyoğlu Balo Sokaktaki Yeşil Ev'imize gelip bir de çayımızı içmeniz :)
Yarışlarda ve artık meydanlarda da görüşmek üzere...
Serkan
30 Temmuz 2008 Çarşamba
Kürtün Macera Yarışı 2008 - Bir tane de benden olsun
2008 temmuzunun başlarında sıcak bir yaz akşamı, Serkan'ın evi :
S : Dudu ne yapıyoruz şimdi?
D : Abi, dağcılık malzemelerini ben bulmaya çalışırım; bir sürü de şey var ama herkese sorarım tanıdığım.
S : E başka?
D : Bak şunlar var zaten (elindeki kalemle kağıdın üzerindeki kelimeleri işaret eder), şunları da sen al, bunları da ben alırım oradan buradan.
S : Tamam, dalgıç elbisesi ve paletleri de ben sorarım bizim üniversitenin klübüne.
D : Abi bu malzeme toplama işi yarışmaktan betermiş be.
S : Aynen oğlum. Zaten sefiliz, bir de istedikleri şeylerin listesine bak.
D : Neyse, kardeşlik halleder bu işi de üstün örgütlenmesiyle. Hehe.
Yine 2008, yine temmuz ayı, bu sefer sabaha karşı Gümüşhane yolunda otobüste :
S : (Sırıtarak) Kalk lan, ben geldim bak.
D : (Uykulu gözlerle) Hıı... Ne ara geldik Samsun'a yaa? Ben uyanıktım aslında da, uyuyakalmışım yine son anda.
S : Sallama da, bak "İlk defa Karadeniz'i göreceğim" diye seviniyordun, kalk da izle bari yolu.
D : Vay be! Abi ne güzel bi' yermiş burası be! Ohh, yağmur da yapıyor. İçim açıldı bariz.
Hala 2008, ve hala temmuz, Gümüşhane'de kalınan kız yurdunda akşam yemeğinde:
D : Yarın akşam yarış başlayacak, farkındasın değil mi?
S : Herhalde. Yalnız burada güzel ağırladı kaymakamlık hakikaten. Tatildeyiz sanki, di' mi?
D : Bariz abi. Bu arada ne oldu neprenlerle paletler?
S : Gelecek inşallah kargoyla. Hallederiz bir şekilde. Bisikletler tamam mı?
D : Tamam olduğu kadar tamam işte. Bu arada biri hafif biri ağır iki çanta yapıyoruz, değil mi?
S : Bence de öyle yapalım evet. Bisiklette sen ağırı alırsın, ben hafifi alırım. Koşuda da tam tersi işte.
D : Var ya süper zeki bir takımız. Şahane falanız gerçekten.
23 temmuz'u 24 temmuza bağlayan gece, saatlerdir durmadan devam eden yayla yokuşlarından birinde :
D : Abi çökelim şuraya iki dakika Allasen.
S : Benim de bacağım çekmeye başladı bu arada, haberin olsun.
D : Olur öyle şeyler. Sen şu makineyi al da bak ben dereden su içerken fotoğrafımı çek.
S : Ulan yeter be! Kaç tane fotoğraf çektik akşamdan beri.
D : Ne zaman geleceğiz bir daha buralara abi! Madem zaman ve derece sorunumuz yok, tadını çıkaralım işte. Bu çanta anamı ağlattı benim bu arada ya. Gerçi daha önce hiç denemediğin çantayı takarsam sırtına bu kadar yükle, olacağı bu tabi.
S : Benim de bacaklarım ağrıdı çok. Bir de şu haritanın durumu falan var ya, canımı sıktı aslında çok. Diğer bir sürü aksaklıkla beraber aklıma geldikçe keyfim kaçıyor, zevk alamıyorum olaydan.
D : Al benden de o kadar. Zaten şöyle düşünmek lazım bence, bu bir macera yarışı değil artık, farklı bir klasmana almak lazım bunu. Neyse, kalkalım hadi. Baksana daha 25 gitmişiz sadece, 30 daha yolumuz var.
S : Nasıl ya?!? Bittik biz oğlum o zaman!
D : Yok abi, bu yol bir yerlerde düzleşip sonra da iniyor olmalı. Sürekli bu eğimle
S : Şurada bir düzlük var gibi ama, hadi bakalım, haritaya da güven olmaz burada.
Artık 26 temmuz, sabaha karşı 03:00 civarı :
S : Oğlum atlayalım şu dibimizdeki kamyona ve bırakalım artık yarışı,
D : Güç müç başka mesele de, zevk almıyorsun sen artık belli. Bende de durum aynı, zevk almadığımız an bırakmak lazım dediğin gibi. Ama noktaya varana kadar devam edelim bence, bir iki saat uyur sonra karar veririz salm kafayla.
S : Tamam, öyle olsun. Kamyondakilere söyle o zaman. Kurtuluş abilere de söyle, beraber varalım noktaya o zaman.
26 temmuz pazar, sabah 09:00 :
D : Abi uyan, hakemler gidiyormuş. Bizden de tamam mı devam mı diye karar vermemizi istiyorlar hemen.
S : Dudu, devam edemeyiz abi'cim. Dün gece bisikletten düştükten sonra kolum acayip ağrımaya başladı bir defa, kano çekemem. Ayrıca kesinlikle bitti gücüm, devam edecek halim kalmadı.
D : Ben de çok bitkin hissediyorum kendimi. Seni yine de motive etmeye çalışırdım ama duruma bir bakalım : Önümüzdeki parkur için organizasyon "en ağır ve en tehlikeli" diyor, bu bir. Biz zaten millet giderken uyuduk -gerçi onlar da gece uyudu ama-, o yüzden zamanımızın bir kısmını harcadık, bu iki. Hani Gümüşhane'de yılda 3 gün güneş olsa bayram ederlerdi, bu ne yakıcı güneş tepemizde be! Zaten bitkiniz, bir de bu sıcakta o dağlar çıkılmaz gerçekten de, bu üç. E zaten artık zevk almıyoruz, senin yüzünden de belli, dört. Tamamdır abi, madem öyle, bırakıyoruz o halde. Kafiyeyi gördün mü yalnız?
26 temmuzu 27 temmuza bağlayan gece, Trabzon'dan İstanbul'a dönüş yolunda içi Gürcü'lerle dolu bir tur otobüsünde :
S : Ben hiç pişman değilim galiba Dudu.
D : Tabi abi, adam mı öldürdük de pişman olacağız. Ben de değilim.
S : Zaten takımlar kayboldu, bir sürü garip şey oldu falan ya, doğru kararı vermişiz bence.
D : Bariz abi. Hem Kürtün'ü gördük, hem bir sürü yeni tecrübe edindik, yabancı takımların durumunu gördük falan... Kaybettiklerimizinden çok daha fazlasını kazandık yani aslında bence. Gerçek kazanan biziz yani! Off, ne klişe cümle oldu bu sonuncusu da be.
S : Hehe. Bu arada italyanlardan öğrendim, Slovenya'da süper bir yarış varmış. Seneye ona katılsak mı, ha?
D : Katılalım abi. Sponsor arayışına da başlayalım zaten iyice. Yalnız herşeyden önce, ben kendime bir çanta alacağım. Hala ağrıyor sırtım be! Dur bakayim... Aha, küt etti.
Perde kapanır, oyun biter. Yönetmen sahneye çıkarak, seyircileri uğurlamadan önce son birkaç cümle eder :
"Benden önce gayet güzel özetlemiş Serkan yaşadıklarımızı ve vardığımız sonuçları. Ekleyecek çok fazla şeyim yok. Ben de benzer teşekkürleri aynı kişilere yöneltmek isterim. Yolgezer Kardeşliği için önemli bir milat denebilecek bu yarışı detaylı raporlandırmak daha da güzel olabilirdi ama hem erken bıraktığımız yarışı detaylandıracak kadar doğrudan verimiz yok, hem de, bazı şeyleri yazıya dökmemek diplomatik açıdan daha yararlı olabilir. Yine de tüm samimiyetimle şunu söyleyeyim; biz Kürtün'den değil ama, bu yarış serisinden aldık hevesimizi. Mevcut organizasyonel yapı çok köklü değişikliklere gitmediği sürece de, keyif almadan yarışacağımız yarış sayısını arttırmaktan kaçınmak adına, daha dikkatli ve son derece seçici olacağımızı söyleyebilirim. Efendim? Yine de çok mu diplomatik oldu son cümle? E, olsun o kadar di' mi ama?" =)
Durukan
28 Temmuz 2008 Pazartesi
Kürtün Macera Yarışı 2008
Kürtün Macera Yarışı 2008'deydik. Bu 80 satlik yarışı 16. saatinde bıraktık. Ama güzel bir deneyim yaşadık ve çok şey öğrendik.
Bir kere, henüz bu tür bir yarışı çıkartabilecek güçte bir takım değilmişiz. İlk defa bir MY'de ikimiz de sıfır enerjiye düştük. Dudu da ben de çok yorgunduk ve fiziksel sorunlar başgöstermişti. Özellikle yarışın ilk günündeki bisikletle çıkış parkuru iflahımızı kesti. 2000 metre irtifa kazanılan bu 55 km'lik parkurun çoğunu bisikletler elimizde yürüyerek çıktık. Sırtımızdaki çantaların da ağırlığıyla ezilince sabaha doğru varabildiğimiz PC'de bacak kaslarında çekmeler ve belde ağrıdan muzdariptik. Ayrıca benim sabahın ilk saatlerinde bisikletten düşmem ve sağ omzumu incitmem de üzerine tuz biber ekti.
Bunun dışında malzeme olarak hala çok geride olduğumuzu gördük. Halbuki bu yarış öncesinde biraz arayı kapatmak istemiştik ancak yine de -özellikle yabancı ekipleri görünce- hala önemli bir malzeme eksiğimiz olduğunu görüyoruz. Yakın zamanda kapatmamız da mümkün değil çünkü büyük meblağlar eden malzemeleri bir anda edinmemiz çok zor.
Fiziksel yorgunluk ve malzeme eksikliği dışında yarışı bırakmamıza etki eden faktörler ise organizasyondan kaynaklandı. Hem Team Touareg Turk'un (TTT) için, hem de diğer organizasyonlar için yardımcı olmak adına bu eksiklikleri sıralamakta yarar var.
1) Kürtün 2008, oryantiringsiz bir macera yarışıydı! O nasıl olur demeyin, oluyormuş. Şöyle ki, kullandığımız haritalar 1960'lardan ve 1984'ten kalan haritalardı. Devlet yatırımlarının yoğun olduğu bir bölge olması nedeniyle bu haritalar çok değişmişti. Örneğin üzerinde 2 PC'nin bulunduğu bir göl (Torul Baraj Gölü) haritalarda yoktu! Haritaların geri kalanında da çok sayıda yol yoktu. Özellikle yer şekillerinin "bodoslama" yapmaya elvermediği böyle bir arazide elinizde yolları doğru göstermeyen bir harita olması gerçekten hiç de güven vermiyordu.
2) Haritada izlenecek yol, TTT tarafından belirlenmişti! Yani yol ve yön bulma işini TTT sizin için zaten yapmıştı. "Macera yarışında yön mü bulacaksınız? Burda yönü bulunmuşu var, zahmet etmeyin!" Her takım kendi yolunu bulmadıktan sonra buna MY demek ne kadar doğru emin değilim.
3) Ha zaten belirlenmiş "güvenli" yolun da yarış sırasında yeterince güvenli olmadığı anlaşıldı. Çok sayıda takım güvenli yolu takip ederken kayboldu ve araçlar tarafından kurtarılmayı bekledi. Bunda bence 2 etken vardı: a) Yeni yolların haritalara işlenmemiş olması, b) parkur hazırlandıktan sonra bir sporcunun denetimli şekilde parkuru test etmemiş olması. Eğer test edilmiş olsaydı, parkurun belli noktalarında bazı takımların -oryantiringlerinden şüphe edilemeyecek takımlar dahil- kaybolması önlenirdi.
4) Parkurda son dakikaya kadar değişiklikler yaşandı. Öyle ki, yarıştan hemen 1-2 saat öncesinde nasıl yapılacağı anlatılan firefox geçişi, firefox'a vardığımızda -ki bu da starttan yaklaşık 45 dk sonra idi- değişmişti! İlk önce firefox sonra oryantiring yerine, önce oryantiring sonra firefox geçişi yapıldı. Bizim katılmadığımız dağcılık etaplarındaki kısaltma ve iptaller de kulağımıza çalındı. Bunlar, kanımızca, aylar öncesinden hazırlanan bir parkurda olmaması gereken iptaller.
5) Sporcular olarak, şov amaçlı kullanıldığımız izlenimi yaratıldı. Kürtün MY, Kürtün Su Sporları Festivali dahilinde veya ona eklenen bir etkinlik olarak sunulmuştu. O yüzden varış da o şenliğe göre ayarlanmıştı. Ve bize aksettirilen, ne olursa olsun bütün takımların finish çizgisinden geçmesi ve halk tarafından alkışlanmasıydı. Görsel olarak bu konuda bir sorun olmasa da, düşünsel açıdan bir MY'ye katılmaktan çok bir şovun parçası haline getirildiğimiz izlenimi oluştu. Halbuki Yolgezer Kardeşliği olarak amacımız her zaman, doğayla bütünleşmiş şekilde ilerlemek ve parkuru bitirmek oldu. Bu düşünceyi bir şov veya birincilik hırsıyla saptırmayı hiçbir zaman düşünmedik. Hatta bundan bilinçli ve dikkatli şekilde kaçındık. Bundan sonra da bu şekilde davranmaya devam edeceğiz.
6) Yukarıda bahsettiğim sorun, başka bir sorun daha doğurdu. Bütün takımların bitirmesi gerektiği düşüncesi nedeniyle, yorulan veya başka nedenlerle ilerleyemeyen takımlar bazı noktalardan alınıp, ileriki noktalara ulaştırıldı veya bazı PC'leri pas geçmeleri sağlandı. Bunun karşılığında ceza almaları söz konusuydu ancak zaten takım sayısı az olduğu için bu cezaların maddi sonucunun olması mümkün değildi. Yani fiiliyatta hiçbir şey değişmiyordu. Burada aklımıza "bir macera yarışını bitirmek nedir?" sorusu geliyor. Böyle devam etseydik, gerçekten bu MY'yi bitirmiş sayılır mıydık? Bizce hayır. Belirlenen parkuru bitiremedikten sonra yarışmanın da anlamı yoktu. Bu yüzden bırakma kararı aldık.
Peki bu yarıştan neler öğrendik?
1) Hala fiziksel açıdan çok güçsüz bir takımız. Fiziksel kapasitemizi artırmak için çok ve daha ağır idmanlar yapmalıyız.
2) MY organize etmek çok zor bir şey.
3) Kürtün şahane bir yer. Dağlar çok görkemli, her yerinden dünyanın en güzel suyu fışkırıyor.
Orada bulunduğumuz süre içerisinde bize yardımcı olan, sorunlarımızı çözmeye çalışan, organizasyon için emek veren herkese, ama özellikle Faruk, Utkuer, Neval ve Tuğba'ya, yemeklerimizi yapan mutfak ekibine ve çekimleri yaparken bizi de motive etmeyi unutmayan kamera ekibine ve özellikle Emre'ye teşekkürler.
Gelecek yarışlarda 'daha uzun süre' görüşmek dileğiyle :)
Serkan