1 Aralık 2008 Pazartesi

Kurabiye 2008 raporu

Fiyasko! Tam bir fiyasko!

:)

Yolgezer Kardeşliği olarak 2008 Kurabiye Yarışı'nda resmen madara olduk. Ama yine çok eğlendik, çok güldük, çok muhabbet ettik... Yine herşey çok güzeldi yani. Ayrıntılar aşağıda.

Herşeyden önce, macera yarışlarına kurabiye yarışıyla merhaba diyen kardeş takımımız A.S.I.C.S'e (adları ileride değişecek sanırım, Berke'yle Tuna'dan oluşan ekip) selamımızı çakalım. Hoşgeldiniz, elinizi verdiniz, kolunuzu kaptırdınız. Önünüzde uzun yollar var, ama sizin gibi bir takımın kısa zamanda iyi işler çıkaracağından adımız gibi eminiz. (Ah bi de yönünüzü bulabilseniz... :)) Tekrar hoşgeldiniz.

Yarışın başında bir yolgezer klasiği yaşandı ve biz tabii ki start zamanına kadar hazırlanamadık. Ama bu sefer yalnız değildik. Takımların sanırım yarısına yakını start'ı kaçırdı. Bunda teknik toplantının gecikmiş olarak yapılmasının, dolayısıyla haritaların dağıtılmasının gecikmesinin, harita dağıtımına kısalardan başlanmasının ve bunlara karşın start zamanının ötelenmemesinin etkisi olduğunu düşünüyorum. Ha bize bırakılan zamanda yetiştirilemez miydi? Yetiştiren takımlar olduğuna göre yetişirmiş... ama biz haritayı elimize aldığımızda geri kalan herşeyimiz hazırdı. Sadece koordinatları girmemiz kalmıştı ve yetişmedi. Buna bağlı olarak rota belirlemeyi de aceleyle yaptık (ve aşağıda okuyacağınız üzere "bizi bu acele rotalar mahvetti"). Bir gün bir macera yarışına zamanında başlayacağız ve o gün herşey değişmiş olacak!

Yarış günü beklediğimiz havadan çok daha yumuşak bir hava vardı. Sabah serinliği yerini, bisikletle vardığımız daha ilk noktada -en azından bizim için- sabah hararetine bırakmıştı. İlk noktayı bulur bulmaz soyunup dökünmeye başladık. İlk nokta olduğundan mıdır bilinmez, biraz dolandık. Nedenini biz de anlamadık. Zaten biraz da şans eseri bulduk. Hemen ikinci noktaya vınladık. Sorunsuz şekilde ikinci noktaya da vardıktan sonra yarış öncesi yaşadığımız paniğin ve genel olarak kaderin cilvesi sonuçlarını göstermeye başladı. Haritaya göre taşocağının dibindeki noktadan sonra mutlaka bir yerden yardırmamız gerekiyordu. Ben de (rotayı çizen insan olarak) yakında gözüken patikadan vadiye inmemizin daha mantıklı olduğunu düşünmüştüm. Zira hem yakındı, hem de diğer yoldan daha kısaydı. Kaldı ki stabilize olan ve parkuru çizerken farketmediğim, ancak küçük patikayı ararken "lan, acaba bundan mı gitsek?" diye kendi kendime sorduğum, ancak Dudu'yla paylaşmadığım diğer yolu tutarsak bir miktar da yükselmemiz gerekecekti. Gerek yoktu.

Noktayı alıp patikayı aramaya başladık. Bulduk da nitekim. Başlarında yoğun çalıyla biraz yavaşlasak da ilerleyebiliyorduk. Zaten sonra çalılar da yok oldu ve inanılmaz güzel bir mtb parkuruyla karşı karşıya kaldık. Çok güzel mekanlardan geçiyorduk, hatta Dudu bir yerde "tam kamplık abi" dedi; hem su vardı, hem yeşillik ve düzlük, hem de vadi içi, korunaklı bir yerdi. Patikanın ardından içeri girmemiz gereken yerden girdik ve ilk sürprizimizle karşılaştık. Haritada yol olarak gözüken giriş, tahta bir kapıyla kapatılmıştı. Haritada gözüken evler, anlaşılan, yolu kendi kullanımlarına tahsis etmişti. Köpek havlamalarına aldırmadan içeri girdik. Şirin mi şirin(!) Sivas-Kangal cinsi kuçuların(!) arasından sakince geçerken yukarıda varmamız gereken yolu gördük ve küçük bir vadiden yardırmaya karar verdik. Ve bu karar, hayatımızın en traji-komik sahnelerinin başlamasına vesile oldu. İlk başta yavaş da olsa ilerlememize izin veren çalılar giderek daha da sıklaştı. Bisikletleri omuzlarımıza aldık ve bir süre öyle ilerledik. Daha sonra bisikletleri başlarımızın üzerine almadan ilerleyemediğimiz yerlere geldik. Bazı noktalarda her tarafımızı çizen dallara takılıp kalıyorduk. Aynı, örümcek ağına takılmış sinekler gibiydik. Yine de ilerlemeye devam ettik. Ancak bir yere kadar. Artık çalılar bitip yerlerini 2 metre yüksekliğindeki bodur çam ağaçlarına bırakmıştı. Ve (her ne kadar Yeşiller üyesi olsam da...) bu lanet olası ağaçlar öyle güçlü ve bükülmez ve yol vermez ve sıklar ki önümüzde adeta bir ağaç duvarıyla kala kaldık. Ve işin kötüsü varmamız gereken yer sadece 10 metre ötesi! Açıklığı "hissediyoruz". Bu kadar yaklaşmışken geri dönmek istemiyoruz. Özellikle Dudu, bize yol açmak için ağaçlara "kafa-göz" daldı ancak doğa ana bize yol vermemeye kararlıydı. Çalıların ve ağaçların arasında geçen 1 saatin ardından hala çok sevimli olan ve bizi o şirin "hav hav"larıyla selamlayan dostlarımızın yanından tıpış tıpış tabir edilen adımlarla yeni bir yol bulmak üzere geri döndük. Bulduğumuz yeni yol da bize kolay kolay geçit vermedi ama bu sefer kararlıydık ve 1 saat 15 dk'nın ardından başardık. Sinirlerimiz biraz gerilmişti, geriye düştüğümüzün farkındaydık ve yorulmuştuk. Henüz yarışın başında bu kadar enerji kaybı, aslında bizim için yarışın sonunu da belirliyordu...

Sanırım zoru başarmış olmanın verdiği moralle, kaybettiğimiz zaman ve enerjinin üzüntüsünü hemen üstümüzden atıp ilerlemeye başladık. Ve sanki hiçbir şey olmamış gibiydi. Ne kadar AMY* olduğumuzla ilgili kendimizle dalga geçiyorduk ve biraz önceki halimize gülüyorduk. Ama tabii, enerjimizi gereksiz yere harcadığımız için bisiklette (zaten yavaşız benim yüzümden) hızımız iyice düştü. Ancak bütün noktaları almaya da kararlıydık. Nitekim en uzaktakiler dahil bütün noktalara gittik (Sadece 11. noktayı, yanından geçmemize rağmen farketmediğimiz için ıskaladık!).

14. noktaya giderken başka bir komedi bizi bekliyordu. Ağaçlı köyü'nün kenarından geçip Doğu'ya çıkan yolu bulmamız gerekiyordu. Yolu aslında uzaktan gördüm. Ancak yanına geldiğimizde farketti ki yolun girişinde yine bir özel mülkiyet ve bir kapı. Bu seferki demirden hem de: Kutorman. Haritada bu tesis veya yolun kapalı olduğu belirtilmemiş. "Neyse, arkasından dolaşalım" dediysek de mümkün olmadı. Biz de geri dönüp "kapıya dayandık". Güvenlikçi abiye 15 dk kadar dil dökdük. İçeri gireceğiz, en fazla 30 saniye içerisinde hemen gözümüzün önünde, 50 metre ilerideki kapıdan da çıkacağız. Bu kadar basit. Tesiste zaten bir şey yok, olsa da bizim onları kırıp dökecek ne halimiz ne zamanımız var. Zamana karşı yarışıyoruz burada! Neyse, en sonunda tatlı dilimiz ve özellikle Dudu'nun sosyal kabiliyeti sayesinde bekçi abi bizi içeri aldı. Ve kendisinin gözetiminde karşı kapıya koşturduk. (Tesiste de hiçbir şey yok; bir kaç fidan, bir de ahır gibi bir yer... O kadar sıkı güvenliğin ne anlamı var, acaba günümüzün "güvenlik fetişi"nin bir yansıması mı bu karşılaştığımız gibi şeyler hep kafamızdan geçti tabi...)

Ve bundan sonrası... 14. noktaya giderken yanından geçtiğimiz yerler... Anlatamam ne kadar güzel olduklarını. Anlatmak da istemem. Mülkiyete teorik olarak karşı olmama rağmen, buraların sadece benim bildiğim, benim gittiğim, benim hatırladığım yerler olmasını isterim. Böyle güzel yerlerin, bir de İstanbul'un yanı başında olduğunu bilmek hem farklı, hem heyacan veren bir şey. Evet, doğru tabir bu sanırım... Göllerin yanından geçerken resmen heyacan duydum. Gözümü alamadım. Öyle ki bir yerde Dudu'yu da durdurdum ve manzarayı seyrettik. Kenarında ineklerin otladığı bir gölcüğü "yaşamak istediğim yer" ilan ettim. İlk fırsatta tekrar gidebilmek için haritada yerini iyice belirledim.

Bisiklet etabının bizim için son noktasını da aldığımızda saat 15.30 civarıydı sanıyorum. Baraj gölüne varmamız ve koşu etabına başlayabilmemiz için yarım saatimiz vardı. Ancak biz bu sırada acele etmek yerine muhabbet ediyorduk. Dudu, geçen gece seyrettiği filmi en ince ayrıntısına kadar anlatmaya koyulmuştu. Ben de, beynime giden oksijen izin verdiği ölçüde dinledim kendisini. Oldukça yorulmuştum, dizimde Avrasya Maratonu'nun hemen ardından başgösteren "zedelenme" nedeniyle uzun zamandır bisiklete binmediğim için bacaklarım çok güçsüzleşmişti. Zaten çok iyi olmadığım bisiklette, bana bitmek bilmiyormuş gibi gelen etabı tamamlamaktan başka bir isteğim yoktu. Bu sırada Dudu apartmanda karantinaya alınan insanların çatı katına sığındıklarından, oradaki canavar çocuğun kameranın ışığını kırmasından, gece görüşünden falan bahsediyordu (bak aklımda kalmış ama:)).

Kanolara vardığımızda saat 16.03'ü gösteriyordu. Kaçırmıştık. Kanoda efsane yaratmamıza ve Dudu'nun tabiriyle "ışık hızında falan" gitmemize rağmen koşuya çıkamadık. Çıksaydık da zamanında 4 nokta toplamamız mümkün gözükmüyordu. Zaten bir nokta kapanmıştı bile. Biz de dedik ki, bari sıcak şarabı kaçırmayalım. :)

Sakin şekilde ve yine muhabbetle geri dönüş yoluna girdik. Geyik Çiftliği mevkiinde kendimizi inişe bıraktık ve üzüntüden değil de hız yüzünden gözümüzde yaşlarla finişe vardık. İkimizin de yüzü yine gülüyordu çünkü muhteşem yerler keşfetmiştik, bize çok güzel ders olan hatalar yapmıştık, deneyim kazanmıştık, benim dizin düzeldiğini öğrenmiştik. Ve yine çok güzel bir gün geçirmiştik...

Zaten macera yarışı bunlar değil de nedir ki başka? ;)

Üstelik yarış sonrası sıcak şarap partisi de dillere destandı. Ve daha ne istenirdi...

Emeği geçen herkese yeniden teşekkürler.

Yolgezer Kardeşliği orada olacak, önümüzdeki yarışlarda görüşmek üzere. :)

Serkan



*Bizi iyi takip edenler bilir ;)

26 Kasım 2008 Çarşamba

Ekipman Felsefemiz

Selamlar!

Bu yazının konusu, Yolgezer Kardeşliği'nin Macera Yarışları'ndaki (ve aslında diğer doğa sporları için de geçerli olan) ekipman felsefesidir. "Felsefe" kelimesini kullanmamın nedeni, bu konuya sadece teknik bir ayrıntı olarak değil, gerçekten de bir bütünlük ve tutarlılık içinde bakıyor olmamız. Ya da öyle yaptığımızı sanıyor olmamız. Bilmiyorum.

Öncelikle şunu söylemek lazım belki de, mevcut ekipman durumumuz, maddi durumumuzun elverdiği oranda, yani oldukça kısıtlı. Madde madde, neye sahip olduğumuzdan ve ileride nelere de sahip olmayı umduğumuzdan bahsetmeden önce, bu konudaki genel düşüncemizden bahsedeyim. Temel olarak, yarışta kullanılan ekipmanı önplana çıkaran bir bakış açısına kesinlikle sahip değiliz. Ekipman bize göre, sahip olunan motivasyon, kondisyon ve deneyim gibi faktörleri %100'e yakın bir verimlilikle kullanmayı sağlayan bir etken sadece. Diğer bir deyişle "Ne alsak başka?" demiyoruz, "Şuyumuz eksik, ve bu eksiği kapatmanın alternatif bir yolunu da bulamıyoruz, o halde ne yapsak/alsak da bu eksiği kapatsak?" diyoruz. Bu, Serkan ve benim ortak paydamız. Ben bir adım daha ileriye giderek, yarışmacıların "kişisel kapasitelerinden" daha üstün ekipmana sahip olmalarının kendileri için bir handikap olduğunu da iddia ediyorum. Bu mantığa göre, örneğin bisikletinizin sizin bisiklet kondisyon ve teknik düzeyinizden daha kaliteli olmaması gerektiğini düşünüyorum. Kulağa garip geliyor olabilir, ancak "kişisel seviyenizden daha profesyonel ekipmanın", kişinin zor şartlara dayanıklılık ve kondisyonu yükseltme gibi olanakları yok ettiği kanısındayım. Toparlamak gerekirse, "kolaya kaçmamak lazım!" gibisinden bir bakış açım var, denebilir. Buna ek olarak, yine toparlamak amaçlı, "sadeciyiz abicim" diyedebilirim sırıtarak.

Bu düşünce, Yolgezer Kardeşliği'nin tüm üyelerinin ortak paydası olan başka bir düşünceyle de uyuşuyor. Biz, genelde doğa sporlarını, özelde de Macera Yarışlarını, doğada verilen bir savaş değil, doğanın kendisiyle bir uyum süreci olarak görüyoruz. Doğada ve yarışta savaştığınız (ya da yüzleştiğiniz diyelim) şey doğanın sertliği ve acımasızlığı değil, kendi sınırlarınız ve korkularınız, bize göre. Bu nedenle, yarışlara "tüm silahlarını kuşanmş bir savaşçı" olarak değil, "kendini keşfetmeye ve yıkıp baştan yaratmaya kararlı bireyler" olarak katılıyoruz. Bu noktada Nietzsche'yi anar gibi olduk sanki.

Buraya kadar bahsettiğim kavram ve yaklaşımlar okuyanlara muğlak ve soyut gelmiş olabilir. Aşağıda, farklı kalemlerde ekipman durumumuzdan bahsederken, sanıyorum ki kelamım biraz daha anlaşılır ve somut temellere dayanacak.

Başlayalım o halde.


Üst Giysi
--------------------

Yarış sırasında üzerinize ne(ler) giyeceğiniz, en önemli konulardan biri. Yarışın yapıldığı hava durumu, mevsim ve yarışın uzunluğu kararınızı belirleyen etkenler. Yolgezer Kardeşliği olarak biz, her durumda, üstümüze sentetik, t-shirt vari ve vücudu saran bir giysi mutlaka giyiyoruz. Yarış yazın da olsa, kışın da olsa, terleyeceksiniz; ve terlemenin en büyük kısmı vücudunuzun belinizle boynunuz arasında kalan kısmında gerçekleşecek. Sentetik bir kumaş, teri dış tarafa atmak gibi önemli bir işlev görüyor. Bunun yanısıra, hava yağmurlu ve/veya soğuksa da, vücudunuzu nispeten sıcak tutacak.
Bu katmanın üzerine, eğer yarışma boyunca hava sıcaklığı 20 derecenin altına düşecekse, başka bir sentetik daha giyiyoruz. Ben genelde, alta uzun kollu, üste ise kısa kollu birer sentetik tercih ediyorum, öyle hoşuma gidiyor diyelim.
Eğer yarış sırasında sıcaklık "bir iki saatten daha uzun süre boyunca" 0 dereceye yaklaşacaksa, ve gerçekten kuvvetli bir yağış söz konusuysa, bu iki katmanın altına, üçüncü ve yine sentetik, yine vücudu saran bir giysi daha giyiyorum. Böylelikle üzerimde 3 kat sentetik ve vücudu saran bir giysi katmanı oluşuyor.
Rüzgar ve/veya yağmur geçirmeyen polar veya ceketim yok; almayı da düşünmüyorum. Serkan'da bir gore-tex var sanırım, ama o da pek kullanmıyor. Benim durumum biraz farklı olabilir yine de, çünkü 4-5 yıl önce "aldığım bir kararla" pek üşümüyorum. Kulağa (pardon, göze) oldukça garip gelebilir tırnak içindeki kelimeler, ama durum bu gerçekten de. Kışın genelde sıradan bir t-shirt ve hava 0 dereceye gerçekten yakınsa da ince bir sweat-shirt veya polarla görebilirsiniz beni sokakta. Yine de, 3 kat sentetiğin, vücudu da sarması durumunda, çoğu koşulda yeterli olacağını düşünenlerdenim. Yağışlı havalarda bir yağmurluğa sahip olmak ıslanmanızı kısmen engelleyebilir, doğrudur; ancak bizim gibi "sırılsıklam olmayı göze de alabilirsiniz", yarış boyunca. 3 kat sentetik, suyu hapsetmediği için, hava çok soğuk olmadığı sürece yeterli olabiliyor. Burada başka bir etken de sözetmek gerekir tabi ki; uzun yarışlarda 10 saatten fazla süre boyunca ıslak ve soğuk havayı vücut kaldırmayabilir; bu durumda yağmurluk elbet işe yarayacaktır. Ancak ne yalan söyleyeyim, yanlış hatırlamıyorsam henüz bir macera yarışında yağmurluk kullanmadım. (Belki ilk Kurabiye yarışı istisna olabilir. Ama sanırım onda da kullanmamıştım =))
Son olarak, bahsettiğim sentetiklerin, bilmemne-x değil, doğa sporu malzemeleri satan dükkanlarda bulabileceğiniz en basit ve tanesi genelde 10 lira civarında olan giysiler olduğunu da belirteyim.


Alt giysi
--------------------

Altınıza ne giyeceğiniz konusunda ise, yine hava durumu ve yarışın yapılacağı yerdeki bitki örtüsü en önemli etkenlerdir. Yazın şort giymek iyi bir fikir, ancak arazi dikenlerle kaplı değilse! Yine de, eğer acı eşiğiniz ve/veya motivasyonunuz yüksekse, şort giymek tercih edilebilir.
Yazın yapılmayan yarışlarda ise, genelde bacakları saran ve bu yüzden vücut ısısını koruyan taytlar tercih edilir. Benim taytım yok, hem estetik olarak, hem de 70-100 lira arası tutan maliyeti nedeniyle tercih etmiyorum. Son bir iki yarışta oryantiring formamın altını kullanıyorum hafif ve su tutmaz olduğu için. Ondan önce ise, günlük hayatta da giydiğim outdoor pantolonlarını kullanıyordum. Gore-tex özelliği yoktu bu pantolonlarda(gore-tex pahalı bea! =)), ancak kumaş nispeten su kaydırır ve hızlı kurur olduğu için sorun çıkarmıyordu. Ancak böyle bir pantolonla katıldığım ilk Kurabiye Yarışı'nda (hani hava durumunun olağanüstülüğüyle ünlü olan), daha yarışın 5. dakikasında pantolonumun havuza atlayıp çıkmışım gibi sırılsıklam olduğunu da eklemek lazım. Dahası, pantalon ağırdır ve hareket kabiliyetinizi (bacaklarınızın hareketliliğini) de engeller; bu yüzden pek tercih edilmese yeridir.
Bunun dışında, son olarak, boxer'ınızın pamuklu olmaması fena olmaz. Benimkiler hep pamukluydu, yani dünyanın sonu değil, ancak yine sentetik kumaştan ve bu nedenle su tutmayan bir boxer(iç çamaşırı diyelim ya da, her iki cinsiyete de hitap etmek adına) daha iyidir.


Ayakkabı ve çorap
--------------------

Macera Yarışı boyunca yaptığınız işlerin %90'unda, gücünüzün büyük kısmını bacaklarınıza veriyor olursunuz. Bacaklarınızın da yerle temas ettiği yer, ayaklarınızdır. Bu nedenle ayakkabı ve çorap gerçekten önemli. Ancak fikrimce, 300 liralık ayakkabı ile 40 liralık çorap alacak kadar değil! Bu aslında, en temelinde, bir bütçe meselesi. Bizim, herhangi bir ayakkabıya 100 liradan fazla verecek ne bütçemiz oldu şimdiye kadar, ne de böyle bir gereksinimimiz. Temelde, herhangi bir doğa sporu ayakkabısı işinizi görür. Ayakkabı ve/veya çoraplarınızın Gore-tex olması fikrimce pek önemli değil, çünkü ayakkabı ve çoraplarınızı "çıkarmadığınız sürece" bir süre sonra alışırsınız durum, ayaklarınız su içinde olsa da. Kaldı ki, hava şartları çok olumsuz değilse, ayakkabı ve çoraplarınız rüzgardan dolayı 2-3 saat içinde oldukça kuruyacaktır da. "Param var, ayakkabıyı da çorabı da gore-tex alabilirim" diyebilirsiniz tabi, bu bir bütçe meselesi; ancak burada bence etik-felsefi bir faktör daha devreye giriyor. Macera Yarışı "sınırlarımızla yüzleşme, irademizi deneme ve kendimizle barışma" anlamına geliyorsa (ki bizim için bu anlama geliyor), neden kendimizi teknolojinin son harikası ürünlerin steril ve konforlu güvenlik duvarlarına hapsedelim ki? Eğer hiç ıslanmayacaksak, hiç üşümeyeceksek, hiç acı çekmeyeceksek, ve tam da bunlar sayesinde, kendimizi ve hayatı daha fazla sevmeyeceksek, doğaya kendini ondan tamamen soyutlamış ve korumuş bir fatih kılığında gideceksek; neden çıkıyoruz bu "yola"?


Çanta
--------------------

Çantayı taşırsınız, sırtınızda. Gayet basit ve bu yüzden de anlamsız gibi görünen bu cümlenin ne kadar önemli olduğunu, sırtınıza ilk defa taktığınız ve yaklaşık 10 kilo ağırlığında, ağırlığı vücudunuza eşit dağıtmayan bir çantayla, bisiklet üzerinde 30 kilometrede 2000 metreden fazla irtifa kazanmaya çalışırken anlarsınız. Acı eşiği son derece yüksek, vücudunun üst kısmında yüksek ağırlıkları taşımaya alışkın, ve dahası "tıknaz" anatomide bir insan olarak, özellikle Kürtün Yarışı'nda çok iyi anladım bu durumu. Çantanız, iyi olmak için pahalı olmak zorunda değil. Ancak dizaynı ve yükü sırtınıza-belinize dağıtma şekli iyi olmalı, bu yüzden yarışa mutlaka "tanıdığınız", alışık olduğunuz bir çantayla katılın. Benim yarışlarda kullandığım çanta, yaklaşık 20 lira değerinde basit bir sırt çantası, ama fazlasıyla iş görüyor. Serkan'da da benzer bir durum söz konusu.


Bisiklet
--------------------

Bendeki bisiklet Salcano NG 400, yaklaşık 14 kilo ağırlığında, 6000 kilometre civarı yol yaptığım, bugün almaya kalksanız birinci el fiyatı 450 lira civarında olacak bir bisiklet. Bir MTB'ci için olağanüstü ağır, yürüyen aksamı son derece düşük modelli bir bisiklet. Dahası, kilitli pedalım da yok. Bütün bunlar birer dezavantaj gibi görünebilir, ki öyleler de gerçekten. Ancak ağır ve kilitli pedalı olmayan bir bisikletle İstanbul'da ulaşımı sağlıyor olmak, hafif ve kilitli pedala sahip bir bisikletle aynı kilometreyi yapmaktan çok daha fazla bir kondisyon sağlıyor insana. Mevcut MTB (dağ bisikleti) tekniğim ve kondisyonum "daha iyi" bir bisiklete ihtiyaç duyduğu için, param olduğunda-olursa orta sınıf bir MTB almak ve kilitli pedal da taktırmak istiyorum, ancak dediğim gibi; bisikletinizin kötü olmasının iyi yanları da var!
Serkan ise yeni aldığı Merida'nın yaklaşık 1200 ytl'lik modelini kullanıyor. Ön-arka Juidy Avid 3 disk frenli, yürüyen aksamı Shimano Deore ve XT olan, giriş-orta sınıf bir dağ bisikleti bu. Onda da kilitli pedal yok, ve almayı da düşünmüyor.


Diğer Malzemeler (Derler ya, Miscallenous)
--------------------

BUFF'un sattığı (ve benim yarışlardan şimdiye kadar 3 tane kazandığım, ve aslında bu sayede kullanabildiğim) çok amaçlı bandanalar oldukça işe yarıyor. Ben, boru şeklindeki bu bandanaları hem yarışta hem şehirde soğuk havalarda bisiklete binerken, boğazıma(ağzımı ve kulaklarımı da kapatacak şekilde) takıyorum. Oldukça yararlı olduğunu söylemeliyim; hem yüzününüz bir kısmını, hem de boğazınızı rüzgardan koruyor, sıcak tutuyor.
Uzun yarışlarda zorunlu malzeme olarak çadır ve uyku tulumu istendiğinde, elimizde olan en hafif malzemeyi alıyoruz yanımıza, çünkü biliyoruz ki, çadırı kesin, uyku tulumunu ise büyük bir ihtimalle kullanmayacağız. Bu durumda yaptığımız, tanıdıklardan bir "Carrefour" çadırı bulmak oluyor, hani şu tanesi 20-30 lira olanlardan. Uyku tulumunda da kağıt inceliğinde ve çarşaftan hallice birşeyler buluyoruz oradan buladan.
Bunun yanısıra, dağcılık malzemesi isteyen yarışlarda(ki Kürtün dışında hiçbir yarış istemedi şimdiye kadar, ki doğrusu da bu), bende tırmanış yaptığım için varolan bazı malzemelerin üzerine, yine eşten-dosttan bulduğumuz malzemeleri ekleyerek işin içinden çıkıyoruz.



Velhasıl kelam efendim, son derece sefil bir takımız gördüğünüz üzere. Sponsor aramamız boşuna değil yani =) Ancak şurası kesin, sponsor da bulsak, binlerce liralık malzemeye erişme imkanımız da olsa, yukarıdaki satırlarda bahsetmeye çalıştığım sadelik, "saç saç paraları" durumundan uzak kalma gayreti, pratik çözümlerle eksiklerimizi kapatmaya çalışmak gibi değerlerden hiçbir zaman kopmayacağımıza eminim. Zaten, bizi bizim gözümüzde biz yapan da, katıldığımız yarışlar, aldığımız derece ve madalyalar, şanımız-şöhretimiz falan değil; hızla profesyonelleşen, hızla metalaşan, hızla sterilleşen bir dünyada, hala "aptal", hala "enayi", hala "duygusal"; kısacası hala "kendimiz" kalma aşkımız.

Sevgiyle kalın.

22 Kasım 2008 Cumartesi

Kurabiye'ye

Selam!

Internette hangi sayfalara erişip, hangilerine erişemeyeceğimizi belirleyen, ve bunda da muhtemelen kendi zekalarını biz internet kullanıcılarınınkinden yüksek gördüğü için hiçbir beis görmeyen idari kurumlarımız sağolsun, blog'umuza uzun süredir erişemiyoruz. "Ha bugün kalkar, ha yarın biter bu yasak" diyerek bekledik, ancak görünen o ki tepemize yerleşmiş amcalar durumdan memnun, yaptıklarının iyi birşey olduğunu sanarak devam ediyorlar eylemlerine. Neyse, konumuz bu değil tabi. Yine de laf arasında belirtelim : Şiddetle kınıyoruz bu amcaları ve beyinlerine egemen olmuş köhne ve budala zihniyeti!

Yolgezer Kardeşliği Macera Akademisi'nin düzenlediği Kurabiye Yarışı'na hazırlanıyor. Hazırlanıyoruz dediysek çok bir şey yaptığımızı da sanmayın aslında : Ben bahçemde nargile-çay yapmaya devam ediyorum, arada birşeyler okuyor ve yazıyorum, günlük hayatın rutinlerini de sıkıştırıyorum bir köşeye. Muhtemelen Serkan da benzer konumdadır. 34 yıldır macera yarışı koşan bir takım olarak artık ne yapmamız gerektiğini biliyor, rahat hareket ediyoruz.E tecrübe süper bi'şey tabi. Falan filan.

Yok cidden, özel bir antreman programımız falan yok. Ben ulaşımımı bisikletle yapmaya devam ediyorum, arada tırmanıyor ve oryantiring yapıyorum. Nadiren 10km koşuyorum sahilde, 45 dakika civarında bir sürede. Serkan da benzer bir konumda. Olumsuz bir durum olarak, Serkan'ın dizinde bir sorun var, Avrasya Maratonu sonrası başlayan ve hala devam eden. "Yarışı çıkartabilir miyiz?", ya da "Nasıl çıkartırız?" diye soruyor arada bana. Ben de sırıtarak, "Yaparız abi merak etme, fani bu işler" diye cevaplıyorum. O da bana kızıyor, "Ulan ne biçim adamsın sen" diye. Değişen bir şey yok yani bizim cephede.

Şu ana kadar 41 takım var, kayıt yaptığı gözüken. Özellikle orta parkurda ciddi bir rekabet olacağa benziyor : 19 takım. Bizim de katılacağımız uzun parkurda ise şimdilik 10 civarı takım var sanırım, güçlü ve deneyimli rakiplerimiz de bu parkurda. Ne olursa olsun, yarışın kısa sürecek olması (yaklaşık 8 saat) bizim için bir dezavantaj : 1)Uzun yarışların zorluğu-havası-motivasyonu çok daha güçlü oluyor, 2)Biz hızlıdan çok dayanıklı bir takımız. Ama sonuçta, nasıl olursa olsun, Macera Yarışları'nın düzenleniyor oluşu çok önemli ve güzel birşey tabi. Falan filan.

Haftaiçinde uzun zamandır yazmayı düşündüğüm "Yolgezer Kardeşliği'nin ekipman felsefesi" başlığıyla bir yazı yazmayı da düşünüyorum. Bunun yanısıra, 30 kasımda gerçekleşecek yarışın ardından yarış raporu ve izlenimlerimizle yine karşınızda olacağız. "Karşınızda olacağız", sanki TV spikeriyim. Karşınızda olacağız.

Yarış raporları demişken! Macera Yarışları'nın web sayfasından, yani http://www.macerayarislari.com/docs/kutuphane/yaris_raporlari.php sitesinden önceki yarışlar hakkında yazılmış raporlara da göz atmanızı tavsiye ederiz. Raporların ikisinin benim elimden çıktığından söylemiyorum hani =)

Bizi izlemeye devam ediniz dostlar.


Not : Bu bloga www.vtunnel.com 'a (v harfi yerine k ya da w de koyabilirsiniz)girip, sayfadaki boşluğa yolgezerkardesligi.blogspot.com yazarak ulaşabilirsiniz. Gerçi benim ki de laf; bu cümleleri okuyorsanız siteye girmenin bir yolunu zaten bulmuşsunuz demektir.

13 Eylül 2008 Cumartesi

14 Eylül 2008 IOG Pazar Antrenmanı


Herkese selamlar,

14 Eylül IOG Antrenmanını Yolgezer Kardeşliği hazırlıyor. Tabii ki bu durumda bir farklılık olması gerekiyordu, nitekim bir değil bir çok farklılık var. Bu farklılıklar, bundan sonraki parkurlarımızda da olacak...

Farklılıklarımızdan biri...

Evet, blogumuzu sürekli takip eden oryantiringcilere hediyemiz olsun bu...

uzun parkurda bilmece-o ve hafıza-o birlikte! Dünyada yapıldığını duymadığımız bir sistem bu. Oturduk, düşündük, bunu bulduk. Biz hazırlarken çok eğlendik, umuyoruz uzun'cular da eğlenecek. Nasıl bir sistem pekiyi bu? Çıkış masasından ilk noktaya giden sporcu bir harita ve bir soruyla karşılaşacak. 2 seçenekli bu soruda cevap A derse, haritadaki A noktasına; B derse, B noktasına hafıza-o yapacak. Aslında bu kadar basit... ama tabii bunu bir de antrenmandan sonra uzun'culara sormak lazım :)

Hadi blog'umuzu takip edenler için bir ipucu daha... Uzun'un sondan 3. noktasında bir farklılık olacak. Hafızanızı biraz daha zorlamanız gerekecek ama zaten oraya kadr geldiyseniz sizin için sorun olmayacaktır...

Bunun yanında, bu haftaki parkurumuzda MTB-O da yer alacak. Özellikle parkurun atılmasında ve toplanmasında zorluk yarattığı için çok sayıda yapılamayan MTB-O'ya bu açlığın da sonucu olarak tahminimizin üzerinde katılım var. Bisikletler ormana ayrı bir güzellik katacak.

Şimdilik bu kadar... Pazar sabahı Geyik Çiftliği'nde görüşmek üzere...

Serkan

21 Ağustos 2008 Perşembe

Chamois'dan politik bir haber...



Selamlar yeniden,

Yeniay MY'ye, çok istememe rağmen tatilimin ortasına denk gelmesi ve benim o güzelim tatilden zaman ve para harcayarak dönmem manevî ve maddî olarak mümkün olmadığı için katılamayacak olmanın verdiği üzüntü içinde kendimi siyasete attım. Evet gerçekten artık siyasetin içinde bir insanım. Bundan da çok memnunum :)

Dün itibariyle Yeşiller Partisi Beyoğlu İlçe Örgütü Eş Koordinatörü sıfatını haizim. Yeşiller'de görev almayı düşünüyordum ancak bu görevi beklemiyorum. Sağolsun katılımcı arkadaşlar uygun gördüler, ben de hayır diyemedim. Neler olacak, neler yapabileceğiz, hep beraber göreceğiz.

Partimizle ilgili neredeyse bütün bilgilere www.yesiller.org adresinden ulaşabilirsiniz. Ama bizim tercihimiz Beyoğlu Balo Sokaktaki Yeşil Ev'imize gelip bir de çayımızı içmeniz :)

Yarışlarda ve artık meydanlarda da görüşmek üzere...

Serkan

30 Temmuz 2008 Çarşamba

Kürtün Macera Yarışı 2008 - Bir tane de benden olsun

2008 temmuzunun başlarında sıcak bir yaz akşamı, Serkan'ın evi :

S : Dudu ne yapıyoruz şimdi?
D : Abi, dağcılık malzemelerini ben bulmaya çalışırım; bir sürü de şey var ama herkese sorarım tanıdığım.
S : E başka?
D : Bak şunlar var zaten (elindeki kalemle kağıdın üzerindeki kelimeleri işaret eder), şunları da sen al, bunları da ben alırım oradan buradan.
S : Tamam, dalgıç elbisesi ve paletleri de ben sorarım bizim üniversitenin klübüne.
D : Abi bu malzeme toplama işi yarışmaktan betermiş be.
S : Aynen oğlum. Zaten sefiliz, bir de istedikleri şeylerin listesine bak.
D : Neyse, kardeşlik halleder bu işi de üstün örgütlenmesiyle. Hehe.



Yine 2008, yine temmuz ayı, bu sefer sabaha karşı Gümüşhane yolunda otobüste :

S : (Sırıtarak) Kalk lan, ben geldim bak.
D : (Uykulu gözlerle) Hıı... Ne ara geldik Samsun'a yaa? Ben uyanıktım aslında da, uyuyakalmışım yine son anda.
S : Sallama da, bak "İlk defa Karadeniz'i göreceğim" diye seviniyordun, kalk da izle bari yolu.
D : Vay be! Abi ne güzel bi' yermiş burası be! Ohh, yağmur da yapıyor. İçim açıldı bariz.



Hala 2008, ve hala temmuz, Gümüşhane'de kalınan kız yurdunda akşam yemeğinde:


D : Yarın akşam yarış başlayacak, farkındasın değil mi?
S : Herhalde. Yalnız burada güzel ağırladı kaymakamlık hakikaten. Tatildeyiz sanki, di' mi?
D : Bariz abi. Bu arada ne oldu neprenlerle paletler?
S : Gelecek inşallah kargoyla. Hallederiz bir şekilde. Bisikletler tamam mı?
D : Tamam olduğu kadar tamam işte. Bu arada biri hafif biri ağır iki çanta yapıyoruz, değil mi?
S : Bence de öyle yapalım evet. Bisiklette sen ağırı alırsın, ben hafifi alırım. Koşuda da tam tersi işte.
D : Var ya süper zeki bir takımız. Şahane falanız gerçekten.



23 temmuz'u 24 temmuza bağlayan gece, saatlerdir durmadan devam eden yayla yokuşlarından birinde :

D : Abi çökelim şuraya iki dakika Allasen.
S : Benim de bacağım çekmeye başladı bu arada, haberin olsun.
D : Olur öyle şeyler. Sen şu makineyi al da bak ben dereden su içerken fotoğrafımı çek.
S : Ulan yeter be! Kaç tane fotoğraf çektik akşamdan beri.
D : Ne zaman geleceğiz bir daha buralara abi! Madem zaman ve derece sorunumuz yok, tadını çıkaralım işte. Bu çanta anamı ağlattı benim bu arada ya. Gerçi daha önce hiç denemediğin çantayı takarsam sırtına bu kadar yükle, olacağı bu tabi.
S : Benim de bacaklarım ağrıdı çok. Bir de şu haritanın durumu falan var ya, canımı sıktı aslında çok. Diğer bir sürü aksaklıkla beraber aklıma geldikçe keyfim kaçıyor, zevk alamıyorum olaydan.
D : Al benden de o kadar. Zaten şöyle düşünmek lazım bence, bu bir macera yarışı değil artık, farklı bir klasmana almak lazım bunu. Neyse, kalkalım hadi. Baksana daha 25 gitmişiz sadece, 30 daha yolumuz var.
S : Nasıl ya?!? Bittik biz oğlum o zaman!
D : Yok abi, bu yol bir yerlerde düzleşip sonra da iniyor olmalı. Sürekli bu eğimle 55 km çıkarsak 2000m.'ye değil 4000 m.'ye varırız çünkü.
S : Şurada bir düzlük var gibi ama, hadi bakalım, haritaya da güven olmaz burada.



Artık 26 temmuz, sabaha karşı 03:00 civarı :

S : Oğlum atlayalım şu dibimizdeki kamyona ve bırakalım artık yarışı, 50 metre daha çıkacak güç bile kalmadı bende.
D : Güç müç başka mesele de, zevk almıyorsun sen artık belli. Bende de durum aynı, zevk almadığımız an bırakmak lazım dediğin gibi. Ama noktaya varana kadar devam edelim bence, bir iki saat uyur sonra karar veririz salm kafayla.
S : Tamam, öyle olsun. Kamyondakilere söyle o zaman. Kurtuluş abilere de söyle, beraber varalım noktaya o zaman.



26 temmuz pazar, sabah 09:00 :

D : Abi uyan, hakemler gidiyormuş. Bizden de tamam mı devam mı diye karar vermemizi istiyorlar hemen.
S : Dudu, devam edemeyiz abi'cim. Dün gece bisikletten düştükten sonra kolum acayip ağrımaya başladı bir defa, kano çekemem. Ayrıca kesinlikle bitti gücüm, devam edecek halim kalmadı.
D : Ben de çok bitkin hissediyorum kendimi. Seni yine de motive etmeye çalışırdım ama duruma bir bakalım : Önümüzdeki parkur için organizasyon "en ağır ve en tehlikeli" diyor, bu bir. Biz zaten millet giderken uyuduk -gerçi onlar da gece uyudu ama-, o yüzden zamanımızın bir kısmını harcadık, bu iki. Hani Gümüşhane'de yılda 3 gün güneş olsa bayram ederlerdi, bu ne yakıcı güneş tepemizde be! Zaten bitkiniz, bir de bu sıcakta o dağlar çıkılmaz gerçekten de, bu üç. E zaten artık zevk almıyoruz, senin yüzünden de belli, dört. Tamamdır abi, madem öyle, bırakıyoruz o halde. Kafiyeyi gördün mü yalnız?



26 temmuzu 27 temmuza bağlayan gece, Trabzon'dan İstanbul'a dönüş yolunda içi Gürcü'lerle dolu bir tur otobüsünde :

S : Ben hiç pişman değilim galiba Dudu.
D : Tabi abi, adam mı öldürdük de pişman olacağız. Ben de değilim.
S : Zaten takımlar kayboldu, bir sürü garip şey oldu falan ya, doğru kararı vermişiz bence.
D : Bariz abi. Hem Kürtün'ü gördük, hem bir sürü yeni tecrübe edindik, yabancı takımların durumunu gördük falan... Kaybettiklerimizinden çok daha fazlasını kazandık yani aslında bence. Gerçek kazanan biziz yani! Off, ne klişe cümle oldu bu sonuncusu da be.
S : Hehe. Bu arada italyanlardan öğrendim, Slovenya'da süper bir yarış varmış. Seneye ona katılsak mı, ha?
D : Katılalım abi. Sponsor arayışına da başlayalım zaten iyice. Yalnız herşeyden önce, ben kendime bir çanta alacağım. Hala ağrıyor sırtım be! Dur bakayim... Aha, küt etti.


Perde kapanır, oyun biter. Yönetmen sahneye çıkarak, seyircileri uğurlamadan önce son birkaç cümle eder :

"Benden önce gayet güzel özetlemiş Serkan yaşadıklarımızı ve vardığımız sonuçları. Ekleyecek çok fazla şeyim yok. Ben de benzer teşekkürleri aynı kişilere yöneltmek isterim. Yolgezer Kardeşliği için önemli bir milat denebilecek bu yarışı detaylı raporlandırmak daha da güzel olabilirdi ama hem erken bıraktığımız yarışı detaylandıracak kadar doğrudan verimiz yok, hem de, bazı şeyleri yazıya dökmemek diplomatik açıdan daha yararlı olabilir. Yine de tüm samimiyetimle şunu söyleyeyim; biz Kürtün'den değil ama, bu yarış serisinden aldık hevesimizi. Mevcut organizasyonel yapı çok köklü değişikliklere gitmediği sürece de, keyif almadan yarışacağımız yarış sayısını arttırmaktan kaçınmak adına, daha dikkatli ve son derece seçici olacağımızı söyleyebilirim. Efendim? Yine de çok mu diplomatik oldu son cümle? E, olsun o kadar di' mi ama?" =)

Durukan

28 Temmuz 2008 Pazartesi

Kürtün Macera Yarışı 2008

Herkese selamlar,

Kürtün Macera Yarışı 2008'deydik. Bu 80 satlik yarışı 16. saatinde bıraktık. Ama güzel bir deneyim yaşadık ve çok şey öğrendik.

Bir kere, henüz bu tür bir yarışı çıkartabilecek güçte bir takım değilmişiz. İlk defa bir MY'de ikimiz de sıfır enerjiye düştük. Dudu da ben de çok yorgunduk ve fiziksel sorunlar başgöstermişti. Özellikle yarışın ilk günündeki bisikletle çıkış parkuru iflahımızı kesti. 2000 metre irtifa kazanılan bu 55 km'lik parkurun çoğunu bisikletler elimizde yürüyerek çıktık. Sırtımızdaki çantaların da ağırlığıyla ezilince sabaha doğru varabildiğimiz PC'de bacak kaslarında çekmeler ve belde ağrıdan muzdariptik. Ayrıca benim sabahın ilk saatlerinde bisikletten düşmem ve sağ omzumu incitmem de üzerine tuz biber ekti.

Bunun dışında malzeme olarak hala çok geride olduğumuzu gördük. Halbuki bu yarış öncesinde biraz arayı kapatmak istemiştik ancak yine de -özellikle yabancı ekipleri görünce- hala önemli bir malzeme eksiğimiz olduğunu görüyoruz. Yakın zamanda kapatmamız da mümkün değil çünkü büyük meblağlar eden malzemeleri bir anda edinmemiz çok zor.

Fiziksel yorgunluk ve malzeme eksikliği dışında yarışı bırakmamıza etki eden faktörler ise organizasyondan kaynaklandı. Hem Team Touareg Turk'un (TTT) için, hem de diğer organizasyonlar için yardımcı olmak adına bu eksiklikleri sıralamakta yarar var.

1) Kürtün 2008, oryantiringsiz bir macera yarışıydı! O nasıl olur demeyin, oluyormuş. Şöyle ki, kullandığımız haritalar 1960'lardan ve 1984'ten kalan haritalardı. Devlet yatırımlarının yoğun olduğu bir bölge olması nedeniyle bu haritalar çok değişmişti. Örneğin üzerinde 2 PC'nin bulunduğu bir göl (Torul Baraj Gölü) haritalarda yoktu! Haritaların geri kalanında da çok sayıda yol yoktu. Özellikle yer şekillerinin "bodoslama" yapmaya elvermediği böyle bir arazide elinizde yolları doğru göstermeyen bir harita olması gerçekten hiç de güven vermiyordu.

2) Haritada izlenecek yol, TTT tarafından belirlenmişti! Yani yol ve yön bulma işini TTT sizin için zaten yapmıştı. "Macera yarışında yön mü bulacaksınız? Burda yönü bulunmuşu var, zahmet etmeyin!" Her takım kendi yolunu bulmadıktan sonra buna MY demek ne kadar doğru emin değilim.

3) Ha zaten belirlenmiş "güvenli" yolun da yarış sırasında yeterince güvenli olmadığı anlaşıldı. Çok sayıda takım güvenli yolu takip ederken kayboldu ve araçlar tarafından kurtarılmayı bekledi. Bunda bence 2 etken vardı: a) Yeni yolların haritalara işlenmemiş olması, b) parkur hazırlandıktan sonra bir sporcunun denetimli şekilde parkuru test etmemiş olması. Eğer test edilmiş olsaydı, parkurun belli noktalarında bazı takımların -oryantiringlerinden şüphe edilemeyecek takımlar dahil- kaybolması önlenirdi.

4) Parkurda son dakikaya kadar değişiklikler yaşandı. Öyle ki, yarıştan hemen 1-2 saat öncesinde nasıl yapılacağı anlatılan firefox geçişi, firefox'a vardığımızda -ki bu da starttan yaklaşık 45 dk sonra idi- değişmişti! İlk önce firefox sonra oryantiring yerine, önce oryantiring sonra firefox geçişi yapıldı. Bizim katılmadığımız dağcılık etaplarındaki kısaltma ve iptaller de kulağımıza çalındı. Bunlar, kanımızca, aylar öncesinden hazırlanan bir parkurda olmaması gereken iptaller.

5) Sporcular olarak, şov amaçlı kullanıldığımız izlenimi yaratıldı. Kürtün MY, Kürtün Su Sporları Festivali dahilinde veya ona eklenen bir etkinlik olarak sunulmuştu. O yüzden varış da o şenliğe göre ayarlanmıştı. Ve bize aksettirilen, ne olursa olsun bütün takımların finish çizgisinden geçmesi ve halk tarafından alkışlanmasıydı. Görsel olarak bu konuda bir sorun olmasa da, düşünsel açıdan bir MY'ye katılmaktan çok bir şovun parçası haline getirildiğimiz izlenimi oluştu. Halbuki Yolgezer Kardeşliği olarak amacımız her zaman, doğayla bütünleşmiş şekilde ilerlemek ve parkuru bitirmek oldu. Bu düşünceyi bir şov veya birincilik hırsıyla saptırmayı hiçbir zaman düşünmedik. Hatta bundan bilinçli ve dikkatli şekilde kaçındık. Bundan sonra da bu şekilde davranmaya devam edeceğiz.

6) Yukarıda bahsettiğim sorun, başka bir sorun daha doğurdu. Bütün takımların bitirmesi gerektiği düşüncesi nedeniyle, yorulan veya başka nedenlerle ilerleyemeyen takımlar bazı noktalardan alınıp, ileriki noktalara ulaştırıldı veya bazı PC'leri pas geçmeleri sağlandı. Bunun karşılığında ceza almaları söz konusuydu ancak zaten takım sayısı az olduğu için bu cezaların maddi sonucunun olması mümkün değildi. Yani fiiliyatta hiçbir şey değişmiyordu. Burada aklımıza "bir macera yarışını bitirmek nedir?" sorusu geliyor. Böyle devam etseydik, gerçekten bu MY'yi bitirmiş sayılır mıydık? Bizce hayır. Belirlenen parkuru bitiremedikten sonra yarışmanın da anlamı yoktu. Bu yüzden bırakma kararı aldık.

Peki bu yarıştan neler öğrendik?

1) Hala fiziksel açıdan çok güçsüz bir takımız. Fiziksel kapasitemizi artırmak için çok ve daha ağır idmanlar yapmalıyız.

2) MY organize etmek çok zor bir şey.

3) Kürtün şahane bir yer. Dağlar çok görkemli, her yerinden dünyanın en güzel suyu fışkırıyor.

Orada bulunduğumuz süre içerisinde bize yardımcı olan, sorunlarımızı çözmeye çalışan, organizasyon için emek veren herkese, ama özellikle Faruk, Utkuer, Neval ve Tuğba'ya, yemeklerimizi yapan mutfak ekibine ve çekimleri yaparken bizi de motive etmeyi unutmayan kamera ekibine ve özellikle Emre'ye teşekkürler.

Gelecek yarışlarda 'daha uzun süre' görüşmek dileğiyle :)

Serkan

13 Temmuz 2008 Pazar

Gölge etmemekten fazlasını da eyleyenler...

Selamlar!

Yarışa 1 hafta kala, sanırım hazırlıklarımızı tamamladık gibi sanki diye umuyorum inşallah. Zorunlu malzeme olarak tanımlanan çok şey var, ve bunları edinmek-bulmak da pek kolay olmadı.

Ben bu kısa iletide, bize malzeme temini konusunda eşsiz yardımlar sağlayan kişi ve kurumlara içten teşekkürlerimizi sunmak istiyorum [yarıştan sonra yine sunacağım =) ]

-Haluk ve Saniye Dönmez [Atölye]
-Caner Devrim Odabaşoğlu [Macera Akademisi]
-[Nicewich]
-Güven Solmaz ve Berkay Kılıçoğlu
-Ahu Toksöz

Sizlere bu yardımlarınıza karşılık olarak güzel ve keyifli bir yarış geçirdiğimizin haberini vermek umudundayız efendim. Bir de derece falan gelirse, tam bir bonus olur.

Görüşmek üzere!
Durukan

7 Temmuz 2008 Pazartesi

Kürtün Heyecanı

Herkese selamlar yeniden,

Yolgezer Kardeşliği olarak içimiz kıpır kıpır, nedeni ise Kürtün Macera Yarışı. TTT - Trek tarafından 20-26 Temmuz arasında Gümüşhane Kürtün'de düzenlenecek olan yarışa Durukan'la birlikte katılıyoruz.

Bir süredir hazırlıklarımızı ve antremanlarımızı bu yarışa göre düzenledik. Psikolojik olarak da hazırlandığımız yarış için haftada 1-2 kere toplanıp durum değerlendirmesi yapıyoruz. 80 saatlik bir yarış olması nedeniyle, en uzun yarış deneyimi Macera Akademisi tarafından düzenlenen ve -bizim için :) - 24 saat süren Yeniay Macera Yarışı olan Yolgezer Kardeşliği aslında çok da önünü göremiyor. Süre açısından yarışın bizim için yeni bir aşama olmasının yanında araziyi de tanımıyoruz. Ancak 80 saatlik bir yarışta, 24 saatlik Yeniay yarışından biraz daha uzun bir bisiklet parkuru olması, bizde arazinin fazlasıyla engebeli olduğu fikrini doğuruyor. Tabii bu da bisiklette hala çok yol alması gereken beni köşeye sıkıştırıyor.

Bu nedenle son zamanlarda her yere bisikletle gitmeye çalışıyorum ve zamanımı ayarlayıp Darüşşafaka Çetin Berkmen Spor Tesisleri'nde de bisiklet idmanlarına katılmaya agyret ediyorum. Ancak tabii ki bu kısa sürede Durukan'ın seviyesini yakalamam mümkün değil. Bu nedenle creator support'umuz Burç Aksoy bizim için özel olarak bisiklet etaplarında yardımcı olacak bir çekme aleti tasarlıyor.

Bisikletin yanısıra yüzme etabının da hayli uzun olması yüzme idmanlarımıza ağırlık vermemize neden oldu. Yine Darüşşafaka tesislerinde her fırsatta yüzme idmanı yapıyoruz. Burada da Durukan aramızdaki mesafeyi kapatmak için büyük çaba sarfediyor ve bu çabanın somut sonuçlarını almaya da başladı. En kısa zamanda paletli idmanlara da başlamamız ve muhtemel krampları önlememiz gerekiyor.

Kürtün yarışıyla ilgili olarak sportif hazırlıkların yanısıra sağlığımız açısından da tedbir alıyoruz. Özellikle Gümüşhane bölgesinde görülen KKKA türü keneler bizi biraz tedirgin etse de Sağlık Bakanlığı onaylı ve kıyafete uygulanan kene kovucu ilacımızı aldık. Cilde uygulananını ise halen aramaktayız.

Yolgezer Kardeşliği'nde son durum bu... umuyoruz sorunsuz şekilde Kürtün'e varır, yarışır ve döneriz.

Görüşmek üzere

Serkan

15 Mayıs 2008 Perşembe

güncel haberler

Selamlar,

Yolgezer Kardeşliği'nin bisiklet eksiğini tek başına yaratan insan olarak
en sonunda bisikleti asılı durduğu yerden indirdim. Okula ve işe (yani yine okula:)) bisikletle gidip geliyorum. Tabi mesafe çok kısa (ev-iş: 2,5-3, okul-iş: 1-1,5, demek ki ev-okul: 4-4,5) ama yine de hiç yoktan iyidir. Ayrıca trafikte sürmek bisiklet üzerinde denge sağlamak için de iyi bir idman.

Arada hafif bir bel sakatlığım oldu. Aslında eski bir sakatlık nüksetti desek daha yerinde olur. 1 haftalık bir aralıktan sonra herşey eskisi gibi.

Ancak hala koşulara başlayamadım ve bu içimde büyüyen bir derde dönüştü. Sanırım bu akşam uzun zamandan beri ihmal ettiğim yollara geri dönebilirim.

Takım arkadaşımın yazısını çok başarılı buldum; herkese yol gösterici olabilecek nitelikte. Belki yarış sırasında yaşananlar deneyimlerden daha fazla alıntı yapılabilirdi... ama zaten onları yeri geldikçe yazıyoruz. Demek ki neymiş, bizi sürekli takip etmeniz gerekirmiş. :)

Raporum bu kadardır, saygılarımla :P

serkan

8 Mayıs 2008 Perşembe

Macera Yarışlarında Psikoloji ve Motivasyon

Başlarken....



Macera Yarışı nedir? Bu soru, bu işe gönül vermiş veya vermek isteyenler için öncelikle sorulması, ve ardından da bireysel olarak cevaplanması gereken en önemli soru. Sorunun cevabı ise bu işi nasıl bir psikolojiyle yapmamız gerektiği konusunda önemli ip uçları içeriyor. Şimdi, macera yarışları için yapılan tanımın içindeki öğeleri teker teker inceleyelim.


Çokdisiplinli : Yarışta tek bir spor yapmayacaksınız. Yarışın bir çok sporu içermesi, fiziksel olarak hazır olmak kadar ruhsal olarak da bu duruma alışık olmayı gerektiriyor. Örneğin, bisiklete binmekten zevk almanız yeterli değil, koşarken de gerekli motivasyona sahip olmanız gerekli, yüksek bir kayadan aşağı ip emniyetiyle inerken de, kano küreklerine asılırken de.


Uzun süreli : Amatör ya da yarı-profesyonel bir (örneğin) koşucu olabilirsiniz. Ama unutmayın, bu yarışta muhtemelen tek seferde koşamayacağınız bir mesafeyle karşı karşıyasınız. Dahası, bir yandan da gitmeniz gereken yönü bulmanız gerekecek. Dolayısıyla Macera Yarışı'nın koşu parkuru + bisiklet parkuru + kano parkuru vb... olduğunu değil, bütün bunların toplamından daha farklı, ayrı bir yarış olacağını düşünün. Ayrıca, diğer sporlarda gösterilmesi gereken performanslardan genelde çok daha uzun ve sürekli bir performansın da gösterilmesi gerektiğini unutmayın.


Takım halinde : Takım arkadaş(lar)ınızla saatler boyunca yorgun, usanmış, kaybolduğunuz ve/veya hata yaptığınız için sinirli olarak yarışmak sizin için iki sonuca neden olabilir : Ya çok kötü etkilenirsiniz, ya da çok olumlu. Yarışa beraber başlayacağınız, beraber devam edeceğinizi, ve (bitirebilirseniz) beraber bitireceğinizi unutmayın; yalnız olmayacaksınız!


Doğada : Macera Yarışının tamamı ya da büyük kısmı doğada yapılır. Bu durumda, doğaya karşı hisleriniz ve bakış açınızın ne olduğu çok önemli. Doğayı sevmenizden bahsetmiyorum, yola çıkarken onu “yenmeye mi”, yoksa “onla birlikte yaşamaya mı” çıktığınızdan bahsediyorum. Kişisel tercihim her zaman ikincisidir, size de bunu tavsiye ederim. Yarışa tam donanımlı kızgın savaşçılar yerine, kendisiyle ve doğayla barışık huzurlu insanlar olarak çıkın.



Bu noktaya kadar yazılanlar, Macera Yarışı'yla ilgili hep duyduğumuz/okuduğumuz, belki de bu yüzden gerçek anlamları üzerinde pek de düşünmediğimiz öğeleri bir kez daha düşünmeyi hatırlatmak için yazıldı.


Bundan sonra ise, yarış öncesi, yarış sırasında ve yarış sonrasında olmak üzere 3 farklı kısımda inceleyelim durumu :




Yarış Öncesi :



Eğer daha önce bir Macera Yarışı'na katılmadıysanız, katılacağınız yarış ve parkur hakkında ne kadar açık ve net bilgiler verilmiş olursa olsun, neyle karşılaşacağınızı yarışa başlayana (ve hatta yarış bitene dek) tahmin etme şansınız çok az. Bu nedenle, yarışınızın nasıl geçeceği hakkında ön-tahminlerde bulunmaya çalışmayın; bunlar yarış öncesinde gereksiz moral bozukluğu, ya da tam tersi, yarış sırasında kendinize karşı öfke ve hayal kırıklığı olarak dönebilir.


Öncelikle, özellikle iyi tanıdığınız, mümkünse arkadaşınız olan ve daha önce Macera Yarışı'na katılmış birisiyle bunun üzerine muhabbet edin. Arkadaşınız olması size her düşündüğünü rahatlıkla söyleyebilmesi açısından önemli. Bunun yanı sıra, bulabilirseniz, macera yarışlarını anlatan belgesel ya da televizyon programları izleyin; ancak bunların doğaları gereği birer “görüntü montajı” olduğunu unutmadan!


Ve en önemlisi, katılmayı düşündüğünüz parkurun öngörülen bitirme süresine bakın: Örneğin 5-8 saat. Bunun üst limitini alın, 8 saat. Sonra, oturduğunuz yerde gözlerinizi kapatıp hayal edin: Sabah saat 08.00'den, öğleden sonra 16.00'ya kadar, durmadan hareket halinde olduğunuzu ve efor harcadığınızı... Bu hayalin içine, yarış kışın veya sonbahardaysa soğuk, çamur ve yağmuru; bahardaysa sert rüzgarı, yazınsa inanılmaz sıcağı ekleyin. Kafanızdaki bu hayali canlandırmayı ne kadar başarılı yaparsanız, yarışa da o kadar hazır olabilirsiniz.


Son bir not, başka bir yazıda değinildiği gibi, Macera Yarışları'nda doğru ekipman çok önemlidir. Ancak yine değinildiği gibi, ekipmanınızın sizi başarılı yapacağını sanmayın:


Doğru ekipmana sahip olmak gereklidir, ama asla yeterli değil!


Doğru ekipmanın tanımını, ne olduğunu ve ne olmadığını, yarıştıkça kendiniz daha da iyi anlayacaksınız.


Yarış Sırasında :


Çıkış işareti verildi ve fırladınız! Evet, çoğumuz böyle yaparız; etraftaki seyircilerin bakışları, rakiplerimizin hazır ve kararlı görüntüsü, patlayan flaş ve çekimdeki kameraların büyüsü... Yarışın saatler süreceğini ve bizim bu “fırlama anımızın” birkaç yüz metre sonra sona ereceğini unutmayın.

Macera Yarışı hakkında sürekli aklınızda tutmanız gereken şey, bunun uzun bir yarış olduğudur. Bunu ümidinizi kırmak için değil, tam tersi, hata yaptığınızda, ya da geriye düştüğünüzü fark ettiğinizde ümitlenmeniz için kendinize hatırlatın. Basit bir örnek 2007 Yeniay Yarışı'ndan verilebilir : Daha yarışın başında (2. saatin başlarında) büyük bir hata yapmış ve oldukça zaman kaybetmiştik Yolgezer Kardeşliği olarak, yolumuzu bulup bulamayacağımız şüpheliydi, dahası sularımız da geçit vermez çalılıklarda kaybolmuştu. O an, yarışın daha onlarca saat süreceğini hatırlattık birbirimize Serkan'la. Yarışın ilk üçte biri bittiğinde 7. sırada olduğumuzu, üçte ikisi bitmek üzereyken de 3. sırada olduğumuzu öğrenmiştik sonrasında. 2.'liğe kadar yükselip 1.yle aramızdaki farkı yarım saate kadar indirdiğimiz yarışı 3. olarak bitirdik sonunda.

Kesin olan başka bir şey ise, yarış boyunca kendinize ve yarışa katılma kararınıza tahminen yarım düzineyle üç düzine defa arasında küfür edeceğinizdir. “Abi ne işimiz var burada, aptal mıyız biz?”, “Eve gider gitmez sıcacık suyun altına girip hayatımın sonuna kadar çıkmayacağım”, “Haftasonunu sıcak evimde bulmaca çözerek geçiremez miydim sanki!” gibi gibi. Bu soruları sormanız, hele hele ilk veya ikinci, hatta üçüncü yarışınızsa, gayet olağandır. Böyle durumlarda yapılacak iki şey önerebilirim : Birincisi yarış bittikten sonra kavuşacağınız sıcak yuvanızın hayalini, ikincisi ise her gün yarışmadığınızı ve bulunduğunuz andan keyif almanız gerektiğini düşünmeniz.

Fiziksel yorgunluk ve ihtiyaçlar, yarış boyunca peşinizi bırakmayacaktır. Bu noktada, benim sadece yarışlarda değil, günlük hayatta da sık sık uyguladığım bir taktik önerebilirim. Fiziksel ihtiyaç ve sorunlarınızı düşünce ve telkin yoluyla yenin. Bu başlı başına ayrı bir konu ama kabaca şöyle özetlenebilir : Bacağınız yorulduğunda, beyninizdeki bir merkezin vücuttaki tüm enerji depolarını bacağınıza yönlendirdiğini düşünün örneğin. Ya da susadığınızda (ve suyunuz yoksa!) beyninizden tüm organlarınıza “suyun şimdilik bittiğini, X dakika içinde yeni su bulunmasının umut edildiğini, o zamana kadar dayanmaları gerektiğini” tebliğ edin. İşe yarayacaktır.

Bunların yanısıra, takım arkadaş(lar)ınızla olan muhabbetiniz çok önemli. En ideali, birbirinize aklınıza gelen herşeyi söyleyebileceğiniz bir partner ya da partnerlerle yola çıkmaktır. İnanın, böyle bir durumda yarıştan alacağınız keyif kat be kat yüksek olacaktır. Eğer böyle bir şansınız yoksa, ve özellikle önceden çok iyi tanımadığınız ya da gerçek anlamda samimiyetinizin olmadığı birisiyle yarışacaksanız, bu kişinin kendisiyle barışık olmasına dikkat edin. Macera Yarışları, kendisiyle barışık olmayan insanların kotarabileceği bir iş değildir, eninde sonunda büyük bir sorun çıkar : Amaç ister zevk almak olsun, ister kazanmak olsun (ki ikisi arasında çok doğrudan ve karşılıklı bir bağ vardır), kendisiyle barışık olmayan insanların bu hedefe ulaşması zordur. Özellikle iyi tanımadığınız biriyle yarışa çıkacaksanız, mutlaka önceden konuşmanız gereken bir konu var : Birbirinize, yarış boyunca ağzınıza gelen herşeyi söyleyeceğinize söz verin, herşeyi! İçe atılan her kelime, özellikle de olumsuz bir hissi yansıtacaksa, başlangıçta sahip olduğu duygu yoğunluğunun on katı büyüklüğe ulaşır içinizde. Bir de bakmışsınız, her şey güllük gülistanlık gözükürken, yaptığınız ufacık, minnacık bir espri karşısında takım arkadaşınızdan şöyle bir cevap gelmiş : “Ben bırakıyorum.”

Şu ana kadar yazılanlar, aslında en önemli duygusal motivasyonun bir ön hazırlığı ve bileşenleri olarak algılanmalı : Yarışa iç huzurunuzu bulmak için girin. Nasıl bir algılamanız olursa olsun, yarış sonrasında “daha çok hoşunuza gidecek” bir insan olacağınıza inanın, çünkü öyle olacaksınız. Yarışta kendinizle, doğayla ve takım arkadaşınızla kurduğunuz her ilişki ve etki-tepkiyi, “doğal yaşamdan uzaklaşmış olmanın bizlere kaybettirdiği insancıl ve samimi, masum, içten” özelliklerin yeniden kazanılması uğrunda katedilen bir yol olarak görebilirsiniz. Bu cümleyi abartılı bulabilir ve bir macera yarışından bu kadar şey beklenmesinin anlamsız olacağını düşünebilirsiniz; ancak takım olarak ve kişisel bakış açımız budur Macera Yarışı'na, ve hatta doğada yapılan her türlü aktiviteye.




Ne zaman bırakmalı?



Durumdan duruma, kişiden kişiye, koşuldan koşula değişen; dolayısıyla çok fazla değişkene sahip olan bu konuda söylenebilecek tek bir nesnel olgu var belki de : Vücudunuz “Ben artık bittim” dediğinde, gerçekten ve fiziksel olarak bittiğini mi, yoksa sadece daha fazla motivasyona mı ihtiyacını olduğunu anlamak. Bu başlarda tam olarak ayırdına varılması zor bir nokta olabilir, ancak kendinizi ve vücudunuzu daha iyi tanıdıkça bu kararı rahatlıkla verebileceksiniz. Matematiksel bir ifadeyle şu da söylenebilir :

Aptalca davranmak : A kümesi,

Motive ve kararlı olmak ise B kümesi olsun.

Yarış boyunca (B – A) kümesinde kalmaya çalışın.




Bittiğinde..



Yarış bittiğinde nasıl bir ruh haline sahip olacağınız yine size kalmış : Yaptığınız hatalara, yaşadığınız öfke nöbetlerine, kaçırdığınız madalyalara takılır, bir sonraki yarışa daha öfkeli, daha saldırgan ve dolayısıyla kaybetmeye daha elverişli olarak hazırlanabilirsiniz. Ya da, yaşadığınız olağanüstü deneyimin tadını çıkarıp, “yol”u o günlük bitirmiş olmanın (bitirmeseniz bile) eşsiz mutluluğuna kaptırabilirsiniz kendinizi. Seçim, her zamanki gibi sizin.




Durukan Dudu

Yolgezer Kardeşliği

17 Nisan 2008 Perşembe

13 nisan yarışı





















Selamlar yeniden,

Dudu'nun anlatımına ekleyecek çok fazla birşeyim yok. Sadece, yeniden gördüm ki koşmayı bırakmak ve gym'de spor yaptığını sanmak büyük bir yanılgıymış. En kısa zamanda bu bacakları yeniden güçlendirmek lazım.

14 Nisan 2008 Pazartesi

13 Nisan Şile Antrenman Macera Yarışı

Naber! İyidir benden de

Bugün (yandaki-üstteki her taraftaki tarihte de yazdığı gibi) 13 Nisan Pazar. (gerçi 3-5 dakikayla kaçırmışım sanırım pazarı, pazartesiye girmişiz) Ayağımın tozu, yediğim pizzaların doyumu, biramın enfesliği, nargilemin de dumanıyla yazıyorum bunları.

Evet efendim, Yolgezer Kardeşliği olarak bugün bir yarıştan daha alnımızın akıyla çıktık. Hem de uzun (yani en uzun, en zor falan) parkurda 1. olarak!

Yarışı Macera Akademisi düzenledi. Macera Yarışları serisinin bir parçası olan Şile Antrenman Macera Yarışı'ndan bahsediyorum. Antrenman dediğimize bakmayın, tüm gün süren (uzun için 7-9 saat kadar) güzel hatta şahane bir yarıştı.

Macera Akademisi'nin hiçbir yarışını kaçırmamaya özel olarak özen gösteren takımımız, yarışta Serkan ve ben (Durukan), eşsiz support'ta da Volkan olarak bölgeye sabah saatlerinde intikal ettik. Hazırlıklarımız tamdı ve her zamanki gibi anlamsız rahatlığımız üzerindeydi (Bkz : Herkes haldır haldır yarışa hazırlanırken etrafta dolanmak, muhabbet etmek, geyik yapmak, herkesin yanına gidip "Naber abi?" diye sırıtarak muhabbet açmak) Eee, bizim takımın da özelliği bu : Keyif ve zevk almak, etrafa da gülücükler saçmak bu işi yaparken!

Dışarıdan son derece lakayt gözükebilecek bu tutumumuz ise yarış esnasında, içeriğindeki muhabbet ve sırıtma faktörünü asla kaybetmemek suretiyle, tam bir disipline bıraktı. Disiplinden kastım şu : Birbirine sürekli destek olmak, alınan her yön ve navigasyon kararını çift-kontrol etmek, performansımızı makul seviyelerde zorlayarak varımızı yoğumuzu ortaya koymak. Takımımızın en güçlü yanı bu sanırım : Hepimizin diğerlerinden iyi ve kötü olduğu ayrı noktalar var; ve samimi bir ilişki, pozitif bir ruh hali ve sürekli destekle birbirimizin bu eksik yönlerini kapatabilmemiz.

Start verildiğinde hala hazır olmamamız ve haritaya (daha doğrusu yönümüze!) bakmaya zaman bulamamış olmamızdan dolayı sürü psikolojisine kapıldık ve ilk 300 metre kadarını yanlış yönde gittik. Ancak bu tür ufak hatalardan moralimizi bozmayacak kadar pişmiştik artık; nitekim ilk noktaya varan ilk ekip olduk. Noktada bekleyen görevli arkadaşların "Uçtunuz mu ba! Bu kadar çabuk beklemiyorduk sizi" cümlesine "Hehe" (her daim olduğu gibi sırıtarak) şeklinde cevap verdikten sonra devam ettik "yol"umuzun geri kalanına. İlk bisiklet ayağını bitirip kanoya vardığımızda, o noktaya ulaşan ilk uzun parkur ekibiydik. Kanoda izleyenlere eğlenceli dakikalar yaşattıktan sonra (yine bkz : Gölde acayip zikzaklar çizerek ilerlemek) koşarak devam ettik yolumuza. Koşu sırasında ilk ciddi hatamızı yaptık : Patikayı bulamadık ve çıkmak istediğimiz yolun bir kaç paralelindeki yola çıktık. Nerede olduğunuza emin olamamak ve ona rağmen ilerlemekten başka bir seçeneğinizin olmaması, inanın, çok yorucu birşey; hem fiziksel olarak hem de psikojik olarak. Ama yine, birbirimize umutsuzluğa kapılır gibi olduğumuz anlarda yardım ederek, destek olarak devam ettik. Bir süre sonra, nerede olduğumuzu, ya da hedefimize en kısa ve emin nasıl ulaşabileceğimizi anlamak için ufak bir matematiksel "olasılık" hesabı yaptık. "Abi, şuradaysak, şöyle olur, şuradaysak böyle olur, oradaysak möyle olur, e nah buradaysak yandık zaten!" Olasılık hesabı işe yaramıştı, attığımız her adımda karşılaştığımız şekil ve bilimum gösterge sayesinde olasılıkları ikiye indirmeyi başarmıştık. Ve işin güzel yanı, iki olasılık da önümüzdeki yol ağzında "sağ" tarafa dönen yolu almamız gerektiğini söylüyordu. Alın size güzel bir "kaybolduğumda ne yapabilirim" taktiği!

Yarışın devamı da gayet iyi geçti. Serkan çok sık susuyordu ve yanımızdaki su miktarı az olmamasına rağmen bitme tehlikesiyle karşı karşıyaydı. Ama diğer yandan, birçok köyün içinden geçiyor ve neredeyse hepsinin çeşmesine bir "Merhaba" diyorduk. Yiyecek ve atıştırmalık konusunda da sorun yoktu, ve vardığımız her hakemli noktada hala 1. olduğumuzu duymak yüzümüzdeki her daim sırıtışı biraz daha genişletiyordu.

Koşu ayağını bitirip bir kez daha bisikletlerimizi bıraktığımız kano noktasına döndüğümüzde, bazı noktaların iptal edildiğini öğrendik. Öngörülen zamanın yeterli olmayacağı düşünülmüştü, emir büyük yerdendi, yine sırıtma eşliğinde bir "Hehe" diyerek devam ettik yolumuza.

2. bisiklet ayağı da sorunsuz ilerliyordu, bir tepeye çıkarken patikayı bulamamamız dışında. Bu sefer de, yine soğukkanlı ve sağlam sinirlere sahip olan adamlar olduğumuzu kanıtlarcasına, geri döndük ve adeta bir çember yaparak (ve kazanılması gereken rakımı asfalt yoldan çıkarak) hedefe diğer tarafından yaklaştık. Burada da toplam yarım saate yakın kaybetmiştik ama hedef bulunmuştu, ve bir Macera Yarışı'nda hata yapmak kadar doğal birşey yoktu, di' mi?

Finişe ters taraftan geldiğimiz için (tercih meselesi, bizim taraf daha kısaydı) yine kimse görmedi bizi klasik, ve yine alkış malkış olmadı doğal olarak. Bu bizim kaderimizdi galiba! Olsun, yüzümüzdeki sırıtış ve kendimizle dalga geçme yetimiz bakiydi.

Paintball'da 10 atış yapan ben, ne kadar usta bir sniper olduğumu cümle aleme kanıtladım. Yaklaşık 200 metre uzaktaki 5 cm çapındaki hedefi neredeyse tüm atışlarımda buldum (olayın doğru versiyonu - o.d.v : 15 metre ötedeki direği 10 atıştan 1'inde vurabildim yalnızca.) Bu olayla yüzümüzdeki sırıtış iyice büyüdü, kendimizle dalga geçmek için yeni bir bahanemiz olmuştu. Bizden 3-5 dakika sonra Aykun ve Arno kardeşler (Uzun parkurdaki güçlü rakibimiz) gelince hafiften tırstık, onların 10'da 7'lik başarısı karşısında ise iyice uçukladık. Ama sorun değildi, onlarda 3-5 nokta eksikti, bu yüzden bizim açımızdan korkulacak birşey yoktu!

Gün bitip kalan takımlar da finişe vardığında hemen ödül törenine geçildi. Takımımız üzerindeki lanet hakkında yaptığımız geyikler ve dalga geçmeler gerçek olmuştu : Madalya verilmiyordu bu yarışta! Yani sen kalk, ilk defa Uzun parkur 1.si ol, o yarışta da madalya verilmeyeceği tutsun! Ama yarış sponsorlarından Buff'ın güzel mi güzel, yararlı mı yararlı bandanaları ödülümüzdü, ama ondan çok çok daha önemlisi, ismimiz okunduğunda ve 1.lik kürsüsüne çıktığımızda, insanların ve diğer yarışçıların yüzünde gördüğümüz samimi mutluluk ve destek bize fazlasıyla yeterdi.

Yüzlerimizdeki sırıtış biraz daha güçlü ve hatta kocaman şimdi. Birinci olmamızın da etkisi vardır muhakkak, ama esas nedeni başka...

Bir yol daha, dayanışma, dostluk ve muhabbetle gezilmiş, insani sınırlarımız zorlamadan biraz daha kaydırılmıştı ileriye doğru.

E bu da en güzeli, en şahanesi, en mutluluk vericisiydi.

Di' mi?

7 Nisan 2008 Pazartesi

Duatlon deneyimi


Dudu'nun kinayeli başlığı üzerine bir şeyler karalama ihtiyacı hissettim... aslında o başlık olmasaydı da yazacaktım ama daha sonra.

Bike&Outdoor tarafından Belgrad Ormanı'nda yapılan yarış, benim için çok iyi bir deneyim oldu. Çünkü ilk defa bir yarış esnasında gücümün sıfırlandığını gördüm. O an için çok hoş bir deneyim değildi elbette ama şimdi dönüp baktığımda gerçekten ilginç olduğunu görüyorum. İlk Kurabiye yarışında yaşadığım hipotermi deneyimi kadar zorlayıcı olmasa da yine de bazı dersler çıkarmak için iyi bir fırsat!

Gücümdeki sıfırlanmanın ve yarışı terketmemin çok çeşitli sebepleri olabilir. Elbette profesyonel olmadığımız için bunları hatasız şekilde analiz etmemiz mümkün değil ancak bazı fikir yürütmeler yapabiliriz:

1) Gıda eksiğim olduğunu düşünmüyorum. Sabah kahvaltısını çok iyi yapmış, yarışa da ne aç ne de tok karınla başlamıştım. Daha önce 24 saat süren Yeniay Yarışı'ndan önce nasıl beslendiysem o şekilde beslenmiştim.

2) Ancak hesaba katmadığım bir konu, bu yarışın uzun süreli değil, kısa süreli ve sürekli performans yarışı olduğuydu. Güzergah işaretlenmiş olduğu için durmak, yön tayin etmek, mola vermek söz konusu değildi (ben yine de bisiklet etabından önce 1-2 dk bir mola verdim:)).

3) Yarışmacı profili bir anda değişmişti. Durup düşünen ve karar alan değil, tabir caizse yaldır yaldır koşturan bir yarışmacı topluluğuyla karşı karşıyaydık. Üstelik bu topluluğun çoğu, yarışmanın zorlu etabı (en azından benim için) bisikletin ustalarıydı.

4) Bisikletim her zaman kötü oldu. Kendimi geliştirmek konusunda da çok "atak" olmadığımı kabul ediyorum. Ama şimdiye kadarki yarışlarda bisiklet etaplarını bitirememem veya tüm gücümü harcayacak kadar zorlanmam söz konusu olmamıştı. Bu seferse, parkur mesafe olarak çok uzun olmasa da, toprak ve yer yer çamur zemin, benim gibi bir acemiyi fazlasıyla yordu.

5) Aynı parkurda tur atıyor olmanın verdiği psikolojik baskı ve bıkkınlık sanırım etkili oldu. Her turun sonunda bir sonraki turu çıkaramayabileceğim düşüncesi güçlendi. Halbuki A noktasından B'ye gidiş gibi bir durum söz konusu olsaydı bu düşünce oluşamazdı.

6) Tek başına yarışıyor olmak zor. Bisiklet etaplarında dudu'nun desteğinin olmaması o zaman farketmesem de şimdi bakınca büyük bir eksiklikmiş.

7) Gym'e gittiğim için spor yaptığımı sanıyordum. Halbuki gym kasları çalıştırırken maalesef kondisyonu artırmıyormuş. Aslında düzenli olarak havuza gittiğim için nefes konusunda sorun yaşamayacağımı düşünmüştüm ancak yeterli olmadı. Özellikle ilk koşu etabının sonlarına doğru nefesimin hala açılmamış olması ve beni zorlamasına şaşırdım. (sonlardaysa, artık nefesim açılmıştı ama bu sefer de enerjim kalmamıştı.)

Sonuç olarak elit kategorinin koşu ve bisiklet etabını güç bela tamamladım ancak ikinci koşu etabına başlamadan yarışı terkettim. Yarışı bıraktığım anda yürümeye dahi takâtim kalmamıştı. Gözüm dönercesine herşeyi yemeye ve içmeye başladım.

Bu deneyimden çıkarttığım sonuçlarsa şu şekilde:

1) Herşeyden önce salondan çıkıp dışarıda koşmaya/spor yapmaya geri dönmem lazım.

2) Bisiklette daha iyi olmam lazım. Bunun için bisikleti hayatıma daha fazla sokmalıyım. Bu hem dengemi hem performansımı artıracaktır.

3) Bu yarışı, yarış kariyerimde bir köşetaşı olarak algılamıyorum; sadece bir destek nokta olarak kabul ediyorum. Zira iyi bir macera yarışçısı olmak isteyen biri olarak hala performans kadar zeki olma, harita okuyabilme, pratik çözüm üretebilme, sağlam sinirlere sahip, planlı-programlı ve yetenekli olabilmenin de önemli olduğunu düşünüyorum. Bu yarışsa bunlardan hiçbiri üzerine değil, sadece performans üzerine kuruluydu.


Duatlon yarışı sonrası durum budur... Yarışta emeği geçen herkese ve kurumsal olarak Bike&Outdoor'a bu güzel deneyimi yaşattıkları için teşekkür ediyorum.


Chamois

PS: Bu haftaki IOG parkurunda elde ettiğim derece beni fazlasıyla tatmin etti. Duatlon yarışı sonrası ve Şile yarışı öncesi iyi bir moral oldu. Ancak yine de, bu hafta da koşu kondisyonumun iyi olmadığını gördüm. Yoksa geçmez miydim ben o sincabı? En az 5 dk fark atardım :)

31 Mart 2008 Pazartesi

Cross Duatlon'daki İnanılmaz Başarımız

23 Mart Pazar günü Belgrad Ormanı Bike&Outdoor tarafından düzenlenen Cross-Duatlon Yarışması'na katıldık. İyi de yaptık.

Yarış, bilmeyenler için, koşu-bisiklet-koşu şeklinde düzenlenmişti. Yani bir süre (kategorinize göre 5-6 km) koşuyor, ardından hiç duraklamadan bisikletlerinizi alıp bisiklet parkuruna giriyor (kategorinize göre 11-16,5 km), bu parkur da bittikten sonra yine hiç duraksamadan yeniden koşu parkuruna çıkıyor ve burada da (kategorinize göre 4-5) km koşuyorsunuz. Neresinden bakılırsa bakılsın zorlu bir yarış yani, hele hele bizim gibi yaşlı ve yorgun bünyeler için.

Yarışa Serkan ve ben (Durukan) katıldık, tabi bireysel olarak. Serkan 23-30 Elit'te yarışırken, ben 23 yaşının son aylarının keyfini çıkaran biri olarak 16-23 Elit'te yarıştım. Serkan bisiklet etabının sonunda yere yığılıp ambulansla hastaneye kaldırıldı (cümlenin abartılmamış versiyonu : Bisiklet etabından sonra yarışı bıraktı). Ben de parkurda iki defa kalp krizi geçirdikten sonra yarışı başarıyla bitirdim (c.a.v : 10 kişinin katıldığı parkuru 8. olarak bitirdim)

Bizim için güzel bir antreman oldu, yarıştan sonra sevgili Aykun'un ısrarlarına dayanamayıp soluğu Darüşşafaka'nın müthiş jakuzisinde aldık, suyun taşlaşmış kaslarımıza ufak ufak dokunuşlarıyla kendimizden geçtik. Sanırım bizi o halde gören birkaç kişi Darüşşafaka'dan üyeliklerini iptal ettiler, "burası da maganda doldu" diyerekten. Devamında yine Aykun'un ısrarıyla Metrocity altındaki oto yıkamada bisikletlerimizi yıkadık. Ben hayatımda böyle bir teknoloji görmedim bu arada; tamamen çamur içindeki bisikletlerin ne kadar kısa sürede pırıl pırıl olduğunu görseniz siz de inanamazdınız herhalde.

Bu yarış bizi iki gerçekle yüzleştirdi, bir de bu iki gerçekle başa çıkabilmek için bir züğürt tesellisi yaratmamızı sağladı.

Gerçekler :

1) Yarıştığımız kişiler çoğunlukla bisikletçi olmalarına rağmen hem bisiklette hem de koşuda baya bir fark yedirttiler bize.

2) Koşu performansımız sandığımızdan kötüymüş (Gerçi bunda zeminin kaygan olması ve bizim buna uygun ayakkabımız olmasının rolü oldukça büyük olabilir - züğürt tesellisi bu değildi! daha gelmedim ona!)

Züğürt Tesellisi :
"Abicim sonuç olarak her macera yarışında ilk 5'te yer buluyor muyuz, buluyoruz. Burada fark yediğimiz insanlara Macera yarışlarında fark atabiliyor muyuz, atıyoruz. E daha ne, düz yolda yön bulmadan herkes koşar."


-"Yol"da olanlar kendilerini bilerek kandırırlar mı, kandırmazlar. Asla!Never!Jamais!

Bizi izlemeye devam edin yoldaşlar.

21 Mart 2008 Cuma

Cerattepe'de ağaç kesimine karşıyız


Artvin'in Kafkasör Yaylası Cerattepe mevkiinde maden çalışmaları nedeniyle başlayan ağaç kesimine karşıyız. Cerattepe'de saygın bir hukuk ve çevre mücadelesi veren dernek ve örgütlenmelerin yanındayız.

Evet, tabii ki bir gün doğa kazanacak. Ama o zamana kadar güçsüzün tarafındayız...

Yolgezer Kardeşliği

17 Mart 2008 Pazartesi

Yolgezer Kardeşliği'ne logo önerisi



Y ve K harflerinin bir kombinasyonundan oluşan logonun arkasındaki elips form, dünyayı temsil edebilir. hatta içine gri renkle dünya haritası yerleştirilebilir.

bi anda aklıma geldi, çok basit bişeydi, paint'te yapıverdim. üzerinde profesyonel birisinin çalışması lazım. bu haliyle logodaki asimetriklik çıplak gözle dahi görülebiliyor.

sadece bir öneri, beğenirseniz geliştiririz; beğenmezseniz de çöpe atarız :)

5 Mart 2008 Çarşamba

aveyron'da 6 gün

http://www.cdco12.org/6J2008/

adresinden takip edilebilen oryantiring yarışlarına katılmayı düşünelim. Çok güzel bir organizasyona benziyor. İst5days'in muadillerinin ne alemde olduğunu görmek açısından da yararlı olur.

Kayıt ücreti, 6 yarış için toplam 105 euro. biraz zorlar ama halledilmeyecek bir meblağ değil.

Macera yarışlarında oryantiringin ne kadar önemli olduğunu hepimiz yakından biliyoruz.

Değişik bir coğrafya, değişik haritalar ve tabi ki değişik insanlar :) Daha ne olsun...

8 Şubat 2008 Cuma

beklenen açıklama

herkese selamlar,

yoğun kardeşlik baskısına dayanamayarak kısa zamanda çok şey yazmaya çalışacağım.

girdiğimiz bu yolda -bu blog'a ulaşacak kadar meraklı olan herkes gibi- ne kadar da "deli" birşey yaptığımızı biliyoruz. hatta bunu daha da ileri aşamaya taşıyacak faaliyetler içerisindeyiz. ne gibi?

mesela durup dururken, rahat batarcasına toplanıp kardeşliğin geleceği için tartışıyoruz. yok efendim sen şunda eksiksin, geliştir. hayır efendim ben zaten şunu şunu yapıyorum sen asıl şundaki eksikliğine bak, vb. aslında iyi birşey mi bu? takım için evet... ama önemli olan bu "yapay" stresi olumlu sonuçlara dönüştürmek. bu nedenle,

kardeşlik tarafından bana yüklenen bisikletimi geliştirme görevine en kısa zamanda başlıyorum. işime ve okuluma artık bisikletle gideceğim (tabi bisikleti kurabiye yarışının çamurundan temizleyip kısa bir bakıma soktuktan sonra...).

ayrıca daçka spor salonuna daha düzenli gitmeye ve daha profesyonel şekilde çalışmaya başlayacağım. bu çalışmalara koşular ve yüzme de dahil.

yeme-içme ve özellikle uyumama dikkat edeceğim. uyumanın kaslar ve beyin üzerindeki etkileri konusunda yeni şeyler keşfeden biri olarak bunu kayıp zaman olarak görmeyeceğim.

neyse... bu kısa zamanda yazabileceklerim bu kadar... ileride daha ayrıntıya da gireriz...

bundan sonra, karedeşliğin diğer üyelerinin "halka açık" taahhüt ve beyanlarını bekliyoruz ;)

chamois

5 Şubat 2008 Salı

ben geldim

Baştan sona okudum yazıları da Durukan sanki tek başına halay çekiyor havası oluşmuş biraz. Yok valla, biz de varız, burdayız, yazarız da hem. Di mi Serkan?

Kısa olacak yazı bu sefer (ve hatta sonraki bir çok sefer). Özetle takımımız (kardeşliğimiz mi demeliyim?) var, çalışıyoruz. İlk yarışımızı da ufukta bir yerlerde arıyoruz. Bu süreç yazıya da yansısın ki diğerleri için tanıtıcı, bizim için gaza getirici, sonradan da nostaljik falan olsun diye var bu blog. O zaman eklesek fena olmaz türünden aşağıya listeliyorum. Konu başlıkları şimdi, içerik yakında:

  • İdman falan
  • Ekipman falan (ultra felsefi)
  • Türkiye, Dünya yarışları (linkler)
  • Ayın tartışma konusu (bonus)

Not: Esra hakkındaki yazıyı okurken, kadın olsun prosedür dolsun türünden bir yaklaşım var izlenimine kapılırsanız, itibar etmeyin, safsatadır. Evet var böyle bir teknik gereklilik, ama yarın birgün yolgezer'e hoşgeldin diyeceğimiz insan her şeyiyle hoşgelmiş, senden benden farksız olmuş demektir. Biline..

Volkan

31 Ocak 2008 Perşembe

Sponsor No :1

Merhaba,

İlk ve an itibariyle tek sponsorumuz Nicewich hakkında bilgi verelim:

Nicewich, sektörde 10 yıla yakın süredir faaliyette olan ve sırf adlarını saymaya kalksak bir paragraf harcayacağımız kadar sertifikası ve belgesi olan bir firma. Üretim miktarlarına ve müşteri profiline bakıldığında Türkiye'deki büyük firmalardan biri olduğu göze çarpıyor. Çok zengin ve her damak zevkine-ihtiyaca cevap veren bir ürün çeşitliliği var (Sponsorumuz diye demiyorum, gerçekten öyle =D)
Nicewich bize antremanlarımız ve yarışlarımızda ihtiyaç duyduğumuz besini karşılayacak. Bunun dışında kısa vade içinde de firma bizden alacağı geribeslemeler ve talepler doğrultusunda Macera Yarışları için optimum değerde özel sandviçler "yaratacak" ve üretecek.
Nicewich'e Yolgezer Kardeşliği'ne ve Macera Yarışları'na verdiği destekten ötürü teşekkür ediyoruz. Firma hakkında daha fazla bilgiye sayfanın yanında bulunan "Sponsorlarımız" bölümünde linke tıklayarak ulaşabilirsiniz.

26 Ocak 2008 Cumartesi

Zaman geçer, yeller eser

Zaman da hızlı geçmiş gerçekten ama, bütün takım üyelerinin yoğun bir ayına denk gelince yazı falan yazamamış bir aydır.

Daha uzun ve kapsamlı yazılar yakın zamanda gelecek, ancak son ve önemli gelişmeleri kısaca yazalım :

1) İlk sponsorumuzu aldık! Nicewich sandviçleri antremanlar ve yarışlar boyunca sponsorumuz olacak. Detaylar yakında.

2) Üçüncü üyemiz aramıza katıldı, ismi de Volkan'dır zatı-ı şahanelerinin. Yakında bir yazı yazmasını bekliyoruz bu diyarlarda.

3) Ve... İhtiyacımız olan, mumla aradığımız bayan takım arkadaşımızı bulur gibi mi olduk ne!? Tesadüfler zinciri sonucu karşılaştığımız ve daha yeni yeni tanıştığımız Esra Hanımefendi'ye pek bir kanımız ısındı sanki. (Tekil konuşmalıyım aslında, çünkü diğer üyelerden sadece Serkan gördü kendisini, o da 15 saniye falan sanırım) Takımımızda yer almak isteyip istemeyeceği, ne olacak ne bitecek yakında belli olur, bu sayfalarda da yerini alır haber niteliğinde.

Bu haberler, ki gayet önemli haberlerdir kendileri, son 1 ayın öne çıkan gelişmeleri.
Bu konulardaki ayrıntılı yazılar, ayrıca bazı başka mevzular da kısa süre içinde blog'umuzda yerini alacaktır. Alacak alacak, merak etmeyin. Ciddiyim.

Görüşürüz! =)