24 Aralık 2007 Pazartesi

Kurabiye Yarışı - 2 Aralık 2007

Selamlar!

İlk önce geçmişte kalmışları yazmak lazım tarihsel dizgiyi bozmamak adına, o yüzden üzerinden 3 hafta geçmiş olan Kurabiye Yarışı hakkında yazıyoruz.

Kurabiye Yarışı ilk olarak 2 sene önce(2005) yine aralıkta, Belgrad Ormanı'nda yapılmıştı, yarışı düzenleyen Macera Akademisi'ydi. O sıralar Roka MYT olan 4 kişilik takımımız cinsiyet sınırlamaları nedeniyle 2 takım olarak yarışa katılmıştı; Roka MYT-1 ve Roka MYT-2. Takımlardan biri ben (Durukan Dudu) ve Burç Aksoy'dan oluşuyordu. (Burç Aksoy'un takımımızla ilişkisine başka bir yazıda değinilecek) Diğer takım ise Serkan Köybaşı (buradaki ismiyle Chamois) ve Çavlan Baş'tan oluşuyordu.(Kendisi artık takımımızda değil, öğrencilik hayatına ve derslere yenik düştü)

2005'teki o Kurabiye Yarışı'nı anlatmak gerçekten çok zor, 12 saat civarında sürmesine rağmen çok büyük ihtimalle katılanların o güne dek yaşadığı en zor gündü (Bunu söyleyenlerden ikisinin SAT komandosu olduğunun ve bugüne dek onlarca macera yarışına katıldığının altını çiziyorum!) Günlerdir yağan ve yarış sırasında da tüm kuvvetiyle devam eden bir yağmur düşünün, ormanda daha önce var olmayan şelaleler, çaylar oluşmuş. Öyle ki daha yarışın 2.dakikasında havuza atlamış kadar sırılsıklamsınız! Dahası, hava 4-5 derece civarında, ve son olarak da özellikle Karadeniz kıyılarında (evet Kilyos'a kadar gittik!) dondurucu ve çok kuvvetli bir poyraz var!

O gün iki takım da yarışı bisiklet etabının bittiği ve ip inişinin olduğu yerde bırakmıştık. Özellikle Serkan'ın durumu oldukça kötüydü, hipotermiye girmişti. Biz de Burç'la çok kötü durumda olmasak da "Bu kadar yeter" dedik ve bıraktık, zaten o gün yarışa katılan 20'ye yakın takımın sadece 4-5 tanesi bitirebilmişti yarışı, diğerleri bizim gibi bırakmıştı. Giysi ve malzeme konularında diğer takımlardan fersah fersah geride olmamıza ve ilk ciddi yarış deneyimimiz olmasına rağmen o noktaya kadar dayanmış olmamızdan bugün bile gururla bahsederiz. E tabi, ukalalık da var biraz serde =)

Neyse, gelelim Kurabiye Yarışı 2'ye, yani 2007 Aralık'ta yapılana. Ondan önceki son yarış olan Yeniay Yarışı'nda çok güçlü rakipler arasından sıyrılıp 3. olmamız nedeniyle kendimize güvenimiz tamdı, yine de akılcılıktan uzaklaşmıyorduk. Öyle ki, yarışın score-o* şeklinde yapılacağını öğrendiğimizde yarış sabahı parkurumuzu planlarken bisiklet ve koşu parkurunda 1'er tane, yani toplamda 2 noktayı almamaya karar vermiştik, o noktaları almaya kalkarsak yarışı belirlenmiş zaman sınırlamaları içinde bitirememe riskimizin oluşabileceğini hesaplamıştık zira.
Yarış güzel başladı, yine son dakikaya kadar tam hazır olamasak da start saat 10:20'de verildiğinde eksiğimiz kalmamıştı. Orman, önceki günlerde atıştıran hafif yağmur nedeniyle ıslak ve çamurluydu, ama 2 sene önceki Kurabiye Yarışı'na kıyas cennet bahçelerinde gibiydik(Ufak not : Bu cümle, genelde insanların kötü havalardan hoşlanmadığı düşünülerek kurulmuştur, benim kriterlerime göre 2 sene önceki ortam-hava "zorluğu" ve "zorlayıcılığı" nedeniyle muhteşemdi!) Bisiklet parkurunu zorlanmadan bitirdik, geride bir nokta bırakarak. Oldukça iyi gittiğimizi düşünüyorduk, koşu parkuruna başlamak için yarış merkezine döndüğümüzde de bizden önce gelen 3 takım olduğunu gördük.

Bisikletlerimizi bırakıp acele etmeden yemek yemeye ve koşu parkurumuzu planlamaya koyulduk. Genelde hırslı ve hızlı yarışçılar görmeye alışık Macera Akademisi çalışanları bile "Aa siz daha burada mısınız?" diye soruyordu. Koşu parkurunda da bir hedefi almamayı planlayıp yola çıktık; kano, ip geçişi, ip inişi gibi parkurların açılış ve kapanış zaman limitlerini de gözönüne almıştık planlarımızı yaparken.

Koşu parkuru da gayet iyi gidiyordu, zaman kaybetmeden ve ünlü "Dodici taktiğiyle"** gayet seri olarak ilerliyorduk. Tahminimizce yarışı zamanında bitirirsek ilk 3'e girme şansımız olabilirdi. Genel olarak yokuş yukarı çıkarken yürüyor, düz yolda ilerler ve yokuş aşağı inerken koşuyorduk.

Orman kulesinin tepesindeki noktadan sonra ise ciddi, bir o kadar da trajikomik bir hata yaptık; belki orman kulesinin tepesindeki manzaradan etkilendiğimizden, belki muhabbete daldığımızdan 15'inci noktaya gitmek için yola çıkmış, ancak yolun ortasında nedense 16'ıncı noktaya gittiğimizi "sanarak" kaybolmuştuk. Başka bir deyişle, başta isteyerek girdiğimiz doğru yolda olmamıza rağmen, başka bir noktaya gittiğimizi sanarak başka bir yolda olmamız gerektiği sonucuna varmış, bu yüzden de kendi kendimize "kaybolmuştuk". Bu nedenle uzun süre kaybettik ve nerede olduğumuzu anlamaya çalıştık. Navigatör'ümüz*** o sırada Serkan'dı, yarışın yorgunluğu ve hata yapmışsak bunun olası bedeli böyle durumlarda insanın kendini "doğru yolda olduğuna inandırmak istemesi" şeklinde yansır. Serkan'da da aynı durum söz konusuydu, doğru yolda olmadığımızı anlamış, ancak inanmak istemiyor ve aklının farkına vardığı gerçeği inkar etmek istemiyordu. Bu yüzden haritayı ben aldım, ve nerede olduğumuza emin olmasam da mantık yürüterek bir yöne doğru ilerlemeye başladım, bir süre sonra yoldaki mihengi taşını gördük ve bir hedef de olan bu taşın haritadaki yerinden nerede olduğumuzu anladık. Bundan sonra tek yapmamız gereken, fiziksel olarak çok zor olsa da, bitiş saatinden önce varış çizgisine ulaşmaktı. Çok hızlı bir hesap yaptık, yol üzerinde almamızın mantıklı olacağı hedefleri belirledik, çünkü eksik hedef aldığımız taktirde puanımız ciddi oranda düşecekti, ancak diğer yandan da 18:00'de varış noktasına ulaşamazsak tamamen diskalifiye edilecektik. Bu noktada Macera Yarışları'nda çok önemli bir yere sahip olan "kazanç-risk" dengesini hesaplayıp hareket etmek gerekiyordu.

Bundan sonrası varış noktasına kadar mümkün olan en hızlı şekilde ulaşmak gerekiyordu. Önümüzde üç engel vardı, yorulmuş vücutlar ve ciddi biçimde sakatlanmış dizlerle (özellikle benim sol dizim) 1 saat boyunca koşmak, artık çöken karanlıkta çok az ışık veren tek kafa lambamızla yolumuzu bulmak ve yine o karanlıkta iki defa vadi içinden yolu keserek ilerlemek zorunda kalmak... Geçirdiğimiz o bir saati Holywood filmi olarak çeksek iyi iş yapardı bence, hem hatasız ve çok hızlı bir ilerleme hem de sürekli saate bakarak ne kadar yol gittiğimizi, ne kadar zamanımızın kaldığını ve finişe ulaşmak için hangi tempoda koşmamız gerektiğini belirlemek, bütün bunları yaparken yorgunluk ve sakatlıktan bitmek üzere olan vücutlarımızı sonuna kadar zorlamak ve birbirimizi motive etmek... Bitişe 4 dakika kala vardığımızda yüzümüzdeki ifade(bkz : yandaki fotoğraflar) görülmeye değerdi, ve zamanında ulaşmış olmanın verdiği haz, kaçıncı olursak olalım inanılmaz ve unutulmazdı!













Yapılan hesaplamalardan sonra 5. olduğumuzu öğrendik, ilk 4 takım zaten tüm hedefleri topladığı için "ilk başta hesapladığımız ve öngördüğümüz" tüm hedefleri toplasak bile değişen birşey olmayacak ve yine 5. olacaktık. Bu arada Macera Yarışları'na uzun zamandır katılan, yurtdışı yarış tecrübeleri de olan takımları arkamızda bırakmış olmak da büyük bir gurur ve mutluluk vermişti. Zaten yarışı önümüzde bitiren 4 takımın da çok güçlü takımlar olması (ilk iki takımın SAT komandolarından oluştuğunu da belirtmek isterim) aldığımız sonuçtan üzüntü değil, tam tersi gurur ve mutluluk duymamızı sağlamıştı.

Buradan birkez daha tüm katılımcılara (ki sayıları 100'ü aşmıştı, ve bu da Türkiye'de Macera Yarışları'nın geldiği ve daha da geleceği noktayı göstermesi açısından önemlidir bana kalırsa) ve Macera Akademisi çalışanlarına sonsuz teşekkürleri etmek lazım. Bu gezilen "yollar" ve kendini daha iyi tanımak, iç barışını daha iyi sağlamak yolunda harcanan eforlar, zorlanan sınırlar hem bir ekip çalışmasını, hem de aynı duyguları paylaşan insanların varlığını gerektiriyor zira. "Yoldaş" ise herşeyden daha çok önemli, ancak onun sayesinde yola çıkma ve bitirme cesaretini bulabiliyorsun çünkü. Tek tuh, tek beden, ama farklı ve özgür iki varlık oluyor, yolun sonuna geldiğinde sarılacak ve aklından-yüreğinden geçenleri tam olarak bildiğine emin olduğun kişiyi görüyorsun. Derece, madalya vb. o an anlamını tamamen kaybediyor, duyduğun müthiş haz ve mutluluğa kendini teslim ediyorsun...

* score-o : Hedeflerin hepsinin alınmasını gerektirmeyen, her hedefin belli bir puanının olduğu ve yarışmacıların alacakları hedefleri ve sıralarını kendilerinin belirledikleri yarış sistemi.

**Dodici Taktiği : Kendi buluşumuz olan bu sistemin detaylarını tanımaya dünya henüz hazır değil =D

***Navigatör : Yarışta takımı yönlendiren, yön ve yol bulan kişi.

Hiç yorum yok: